4 yıl sonra
Oğuz kurumuz toprağı sularken, mezarlığın üzerindeki sararmış ufak otları da yolup atıyordu.
"Ne haber dostum?" dedi boğuk bir sesle. Gözlerini kısıp mezarın baş ucundaki mermerde yazan Mete Dumlu, yazısına bakarken gözleri hafiften dolmuştu. "İyisindir umarım." demeden duramadı. Buraya her geldiğinde kurduğu klasik cümlelerden birkaçıydı bunlar.
Oğuz iki yıl boyunca her üzüntüsünde, sevincinde, iyi haber aldığında ya da kötü bir haberle baş etmeye çalışırken, kısacası hayatının büyük bir bölümünde buraya gelir ve dostuyla uzun uzun konuşurdu. Mete'nin onu duyduğuna inanıyordu.
"Bu sıralar bizim şehirler yine karışık." dedi omzunu silkerek. "Zaten ne bekliyordun ki değil mi? Birbirini yemek isteyen onca insan arasında yine iyi idare ediyoruz bence."
İç çekerek mezar taşına uzanıp dostunun isminin yazdığı yeri okşadı usulca. "Yakında bir göreve çıkacağız." dedi. Güler gibi bir ses çıkarttı ardından. "Söylesem inanmazsın belki... Senin hayran olduğun şu kadın var ya... Linda Yüzbaşı... Şimdilerde General tabii... Yani birkaç gün önceye kadar öyleydi." Başını iki yana salladı. "O büyük bir suç işledi. Herkes onun peşinde. Ben de bu görev için yetkilendirilenlerdenim."
İç çekerek Mete'nin toprağını okşadı. Sessizliği dinleme zamanı gelmişti. Ama öyle olmadı. Arkasından gelen seslerle başını sesin geldiği yere çevirdi. Gördüğü kişiyle donakaldı. Birkaç defa bu mezarın başında ağlarken eski Börd'ün kızı, Alçin'le karşılaşmıştı ama onunla...
Başını arkasında dikilen kişiyi umursamıyor gibi tekrar önüne çevirdi. Mete'nin adının yazılı olduğu mezar taşına bakarken dişlerini sıkarak sessiz kalmaya çalışıyordu. Ama sessizliği kısa sürdü.
"Ne işin var burada?" diye sordu sertçe.
Eski parlak ve haylaz bakışlarından eser kalmayan Gökalp mavi gözlerini Oğuz'un sırtında sabit tutarak, "O benim de dostumdu." dedi.
Oğuz güler gibi bir ses çıkarttı. Bu ses epey alaycıydı. Yerinden doğrularak oradan uzaklaştı ve Gökalp'in karşısına geçip onun gözlerinin içine baktı uzun uzun. "Dostunun göğsüne yalanlarının mızrağını saplarken, o iftiracı herifin yanında duruyordun!" dedi. O görüntüyü Oğuz halen hazmedebilmiş değildi. "Hiçbir şey yapmadın!" dedi. "Kılını dahi kıpırdatmadın!"
Gökalp Oğuz'un yaş almış yüzüne bakarken artık ikisinin de o eski Alp ve Oğuz olmadıklarını biliyordu sanki.
"O." dedi Oğuz, Mete'nin mezarını işaret ederek. "Bizi birleştiren oydu. O gitti ve biz bir daha yan yana gelemeyiz!"
"Üzgünüm." diye mırıldanmaktan başka bir şey yapamadı Gökalp. "Böyle olmasını istemezdim."
Oğuz sinirle burnundan bir nefes bıraktı.
"Üzgün olma Gökalp Akman!" dedi kısık ama haykırır gibi bir sesle. "Pişman ol!"
Sonra eski dostunun yanından geçip gitti. Gökalp o giderken bir şey yapmadan öylece dikilmeye devam etti. Ardından az ilerideki mezara doğru yaklaşarak dolmuş gözleriyle mezar taşına dokundu. Mete'nin adını tıpkı Oğuz gibi usulca okşadı. "Görüyorsundur..." dedi omzunu silkerek. Sesi ister istemez boğuk çıkmıştı. "Hâlâ böyle didişiyoruz biz."
SON
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BENİM KÜÇÜK KARANLIK ÇAĞIM
FantasiaMete, Oğuz ve Gökalp. Onlar üç yakın dost. Üç şehrin birbirini tamamlayan parçalar gibiler. Farklı ama birler. Bir iftira... Birinin ölümüne sebep olurken, diğer ikisine taşıyamayacakları yükler yükleyecek, vicdan azabı gibi... "Belki de yıldızlara...