Bölüm 7: Kırılan Şişe ve Dans Teklifi

259 41 32
                                    

Qian Krallığı: cumartesi, 19.30

Görkemli taşları olan peleriniyle at arabasından indi birer birer Moon Krallığı'nın prensleri. Arkalarında başka bir at arabası durduğunda hızlı hareketler ile indi Naka Krallığı'nın prensleri. İki kral selamlaştığında altın rengi ağırlıklı saraya doğru ilerlediler. Prensler de arkalarından takip ettiler. Büyük saray kapıları açıldığında yavaşça içeri girdi iki krallık. Büyük ve ışıl ışıl parlayan saraya karşı etrafta gezindi herkesin bakışları. Büyük beyaz kolonlar, altın rengi işlemeler ve bir sürü mum etrafa farklı hava katılıyordu.

"Davetimi kabul gördüğünüz için teşekkürlerimi sunuyorum."

Kral Kun Qian, iki krala hitaben konuştuğunda başları ile selam verdi krallar.

"Sıcak havanın ve yakıcı güneşin hayatımıza girmesiyle bir araya gelmek oldukça fevkaladedir."

Kral Moon'un laflarına gülümseyen krallar büyük salonda hizmetliler eşliğinde ilerlerken prensler arkalarından takip etti. Bütün konuklar kocaman ve ferah bahçede buluştuğunda nezih bir ortam oluşmuştu. Merdivenlerin ortasından akan su sesi rahatlatıcıydı, yazın gelmesiyle birlikte akşamları hava ferahlatıcı bir soğuktu. Gökyüzünden net bir şekilde bir bir seçilen yıldızlar minik ışıkları anımsatıyordu. Herkes bir biri ile konuşma içerisindeydi.

Prens Donghyuck merdivenlerden gercince inerken hızlı adımlarla yalnız olmak için bir köşe bulma çabasında idi. Etkinliğin yapıldığı romantik müzik çalan kocaman bahçeden ayrılmıştı. Herkesden uzaklaşmıştı, müzik sesini az az duyuyordu. Sarayın önünde dalgınca yürüyor, kendine bir ağaç altında köşe bulup sadece orada zaman geçirmek istiyordu. Yürürken sadece uzakları seyrediyordu.

Sarayın girişinde eski püskü birkaç at arabası ve bu arabaları çeken yaşlı atları gördü. Aldırış etmeden at arabalarının yanlarından geçerken aniden ıslanan kolu ve kırılan cam sesi ile kendine geldi. Buz mavi saten gömleğine beyaz bir içecek bulaşmıştı. Ve yere düşüp tuz buz olan şişe parlak pabuçlarını batırmıştı. Koluna ve ayaklarına yüzünü buluşturarak baktığında yerde kırılan şişeye kaydı gözleri. Hızla kafasını kaldırdığında siyah boncuğu anımsatan gözler ve yay kaşlar ile buluştu bakışları. Çatık kaşları yavaşça normale dönerken ortam yavaş ilerliyordu sanki. Zaman durmuş, hatta akmıyordu. Dalıp gittiği boncuk gözlerden zar zor gözlerini ayırıp kırılan şişeden birkaç adım uzaklaştı. Kulaklarına telaşlı bir ses doldu.

"Oh! Çok üzgünüm. Ben sanırım önüme bakmıyordum. Mendil! Sana mendil getireceğim..."

Karşısında konuşan kişiyi inceledi, dağılmış siyah saçlarına ve sıcak yüzünden terlemiş yüzüne baktı. Halktan olan kişi Prens Donghyuck'un ona bu kadar dikkatli bakması ile dona kaldı. O da sakince prens Donghyuck'u incelemeye başladı. Açık kahve ve adeta pırlantalar gibi parıldayan saçları vardı. Yüzü ışıl ışıldı ve, "ben kraliyet ailesindenim" diye bağırıyordu. Siyah saçlı oğlan bunları düşünürken bir anda şaşkınlığa büründü.

Siyah boncuk gözleri hızla söylediği lafları fark etti ve gözlerini kocaman açıp yavaşça prens önünde eğildi. "Yani, size! Sana değil, size."

Sırtını doksan derece eğdiği prensin önünde yavaşça doğruldu. Işık hızında ceketinin iç cebinden beyaz bir mendil çıkardı. Halktan olan siyah saçlı, Prens Donghyuck'un karşısında oldukça paniklemişti.

Yavaşça mendili reddetti prens. "Hayır... sorun değil." Diyebildi tutulmuş diliyle.

Koluna içecek döküldüğünü bile unutuvermiş gibiydi Prens Donghyuck. Hizmetliler hızla çıkageldi ve yerdeki cam şişe parçalarını toparladı. Kenara doğru bir adım atan Donghyuck ıslak kolunu eliyle silkeledi bir kaç kere. Hızla saten kumaşın üstünde gezinen elini tuttu biri ve kumaştan uzaklaştırdı. Prensin aksine mendil ile narince silmeye başladı. Donghyuck kafasını kaldırdığın yay kaşlı ile buluştu tekrar.

Three Kingdoms › nomin, markhyuck Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin