FİNAL

1K 59 43
                                    

Bu şiir iki çiftimize de gelsin...

"Ben senin en çok sesini sevdim Buğulu çoğu zaman, taze bir ekmek gibi
Önce aşka çağıran, sonra dinlendiren Bana her zaman dost, her zaman sevgili
Ben senin en çok ellerini sevdim
Bir pınar serinliğinde, küçücük ve ak pak
Nice güzellikler gördüm yeryüzünde En güzeli bir sabah ellerinle uyanmak
Ben senin en çok gözlerini sevdim Kah çocukça mavi, kah inadına yeşil Aydınlıklar, esenlikler, mutluluklar Hiç biri gözlerin kadar anlamlı değil
Ben senin en çok gülüşünü sevdim Sevindiren, içimde umut çiçekleri açtıran
Unutturur bana birden acıları, güçlükleri
Dünyam aydınlanır sen güldüğün zaman
Ben senin en çok davranışlarını sevdim
Güçsüze merhametini, zalime direnişini Haksızlıklar, zorbalıklar karşısında Vahşi ve mağrur bir dişi kaplan kesilişini
Ben senin en çok sevgi dolu yüreğini sevdim
Tüm çocuklara kanat geren anneliğini Nice sevgilerin bir pula satıldığı bir dünyada Sensin, her şeyin üstünde tutan sevgini
Ben senin en çok bana yansımanı sevdim Bende yeniden var olmanı, benimle bütünleşmeni
Mertliğini, yalansızlığını, dupduruluğunu sevdim
Ben seni sevdim, ben seni sevdim, ben seni..." (Ümit Yaşar Oğuzcan)

Tuzlu kahve içmek nasıl bir şeyse, tuzlu suyun da ondan kalır yanı yoktu.
Betül Ankara'ya dönmeden isteme yapılmıştı bile.
Geçen sefer yanlışlıkla tuzlu kahve içirdiği için bu defa tatlı mı tatlı yapmış fakat suyuna tuz koymuştu.
Murat'ın kahveden aldığı lezzeti bir dikişte içtiği su berbat etmişti. Tepkisiz kalmaya çalışsa da yüzü refleks olarak buruşmuştu bile ama zaten istediği an bu değilmiydi kaç şükür sığardı şuana. O halini gören Betül gülmeden edemedi.

Murat Ankara da iş başvurusunda bulunmuş, düğün hazırlıkları başlamıştı ve dolayısıyla koşturmalı günler, tatlı telaşeler başlamıştı.

"Biliyor musun işimi ve hastaneyi ayrı sevmeye başladım."

"Neden?"

"Çünkü herşeyin ötesinde seni yeniden ilk burada gördüm. Garip.."

...

"Seni seviyorum diyeceğim fakat kelimelerin içi öyle boşaltılmış ki sevgi, aşk, duygu, özlem hepsi çocuk oyuncağı olmuş, nasıl desem basit kalır sanki.. Ve seviyorum deyip de seviyor gibi yapanlara inat ben sana sevgimi göstereceğim zira dediğim gibi kelimeler yetersiz kelimelerin içi boş ben de davranışlarla, güzel bir ömürle dolduracağım sevgiyi seni ve beni... İnşallah."

Murat Betül'ün küçük yüzünü bir elinin arasına almış gözlerine bakıyor, dalıp gidiyordu. Onun sevgisi kuru bir seni seviyorum, dan öteydi.
Öyle güzel olmuştu ki, Bembeyaz bir kuğu gibi sanki küçük bir güvercin veyahut kardelen en çok da kalbinin sahibi evinin nuru huzuru...

Evet demişlerdi onlarda "Evet" o gurbet ilde birbirlerine sığınak olmaya aile olmaya, yuva kurmaya. başta bu sorumluluk Betül'ü korkutsa da onu seven birisi ile tüm sorumlulukları, yükleri birlikte götürebilirlerdi.

"Yüküme omuz, derdime derman, sevgime sevda, aşkıma maşuk oludun. İyiki sen. İyiki varsın. Binlerce kez şükür." kelimeler fısıltı gibi döküldü dilinden Betül'ün.

Bazı şeyler bedel ödeyince ayrı kıymeti olur, zorluk görünce insan kolaylığın kıymetini bilir. Bambaşka görür. Onlarda böyleydi, çocukluklarında kalan yarımlığı tamamlamışlardı. Adeta bir elmanın yarısı biri sensin biri ben dercesine.
Seneler kavuşmaya engel değildi ki.

...

Kocaman bir göbek, aldığı kiloların etkisiyle tombişlemiş yanaklar işte Hifaa..

Bir bebek bekliyordu, Allah'ın yarattığı bir kul, bir emanet. O öğretmen olmayı istemişti, çocuklara bu ümmetin evlatlarına anne olmayı şimdi de gerçekten anne olacaktı.

URVEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin