Bölüm 3

554 31 130
                                    


Feza

Yoğun geçen günlerde kendim dahil çok fazla şeyi ihmal ettiğimi fark ediyorum bazen. Staj, okul, babam derken asla unutmamam gereken şeyleri unutuyorum. 

Evet eksiktim. Annemin bizi hiçbir açıklama yapmadan terk edişi her zaman koca bir boşluk bırakmıştı kalbimde. O dönem bunu belli etmemek ve Elis'e destek olmam gerektiğini bilecek kadar büyüktüm. Elis de terk edildiğini anlayacak kadar büyük.

Elis benim göz ağrım, kardeşimdi. Annem bizi terk etmeden aylar önce teşhisi konulan bir hastalığı vardı. Kanser... Teşhis konulmuş. tedaviye başlanmış ve yoğun bir hastane temposuna girmişti bedenlerimiz. Evde devamlı süren kasvet Elis'i daha çok etkilerken aynı zaman dilimlerinde annemin gidişi hiçbir şeyi kolaylaştırmamıştı. Evde bulunan bir not her şeyi yıkarken altında kalanın ben olacağını bilememiştim. Nedeni neydi bilmiyorum ama annem gittikten sonra hiçbir şey tam anlamıyla toplanmadı. Babam buzdan birine dönüştü. Bu durumda bize tutunması gerekirken işler öyle olmadı. Eve gelmiyor, Elis ile ilgilenmiyordu. Okulu dondurdum ve Elis ile her an ilgilenmeye başladım. Bazen geceleri fenalaşıyor, bazen ağrıdan uyuyamıyordu. Tedaviler işe yaramıyor, Elis günden güne yavaşça tükeniyordu ve en sonunda korkulan maalesef olmuştu bundan bana kalan tek şey ise koca bir pişmanlık olmuştu.

Annemin gidişi ve Elis'in beyaza yürümesinden önce gerçekten çok neşeli ve olduğu ortama neşe saçan biriydim. Arkadaşlarım da bu huyumu çok severdi ama yaşanılan şeyler bir insanı sessizliğe gömebiliyor. Yavaş yavaş eskiye dönmemi istiyordu arkadaşlarım ve ben maskemi takıp gidiyordum yanlarına. Hepsi gerçeği biliyordu ama başarılıymışım gibi davranıyordu. Hepsi en zor anımda yanımda olduğu gibi şimdi de yanımdaydı.

Ben Feza eksik bir kalbe sahip, ruhu pişmanlığa esir olmuş ve çıkış yolunu bulamamış genç adam.

Arabadan inip soğuk mermere doğru yürürken düşündüğüm tek şey ruhumdaki pişmanlıktı. Yaşamadığım, yaşayamadığım ve yaşatamadığım tonlarca an için pişmanlık. Her an benimle kalacağını düşündüğüm kişinin gidişi kalbimde derin bir boşluk bırakmıştı ve o boşluğu son zamanlarda pişmanlık esir almıştı.
Mezarın yanına ilerlediğimde mezarlıkta geçen geldiğim seferden daha az kişi olduğunu fark ettim. Bu beni istemsiz bir şekilde üzerken yoluma devam ettim. İnsanlar ölenle ölemiyordu evet ama öleni çok çabuk unutuyordu.

Olduğum kısımda sadece üç kişi gözüküyordu. Birisi gözleri puslu yaşlı kadın, diğeri acısı gözünden okunan yaşlı adam, diğeri ise mezar taşını okşayan ve bir yandan da konuşan orta yaşlarda bir kadın.  Bir yandan mezarın üstünü temizleyip bir yandan da hepsini bir süre inceledim. Bunu nedensiz bir şekilde her zaman yapardım belki de mesleğimden dolayıydı. Benzer acıları yaşayan insanlar birbirini daha çabuk anlardı ama çoğu insan yarasından kaçardı. Biliyordum çünkü yaşamıştım. Bildiğim diğer şey ise kaçmanın asla ama asla işe yaramadığıydı. Kaçmak, kendini suçlamak, geçmişe dönmek istemek asla hiçbir şeyi iyileştirmiyor aksine insanın ruhunu karanlığa çekiyordu. Bir şeyleri aşmak ve aştığın her şeyi geride bırakmak en iyisi oluyordu.

Ben Feza kaçarken dizleri üstüne düşmüş ve kimsenin düşmesini istemeyen kişi.

Hepsi birer birer giderken sona ben ve orta yaşlarda kadın kalmıştı o da gitmek için hareketlenince önünde bir kişi daha olduğunu gördüm. Benim yaşlarımda bir kız biraz uzaktaki bir mezar taşında oturmuş orta yaşlardaki kadının olduğu mezar taşına acı ile bakıyordu. Yüzünü net bir şekilde göremiyordum gördüğüm tek şey acısıydı. İlk başta orta yaşlı kadın önünde durduğu için görememiştim demek ki. Bazen hareketleniyor mezara gidecek gibi oluyor ama adımını atamıyordu. Fakat neden mezarın yanına gitmiyordu? İkilemde mi kalmıştı yoksa adımı atmak bile mi zor geliyordu? Aslında tek bir adım atsa tüm düğüm çözülecek, hissettiği tüm şeyler bir bir dökülecekti omuzlarından. Hissettiği şeylerin ağır olduğu duruşundan bile belliydi.

Neden acısı ruhundan tüm vücuduna kadar sızmıştı?

Ben Feza ilk kez bir başkasının acısını merak etmiş ve ortak olmak istemiştim çünkü ilk kez birinin bakışlarında kendimi görmüştüm.

Çok zaman geçmeden yavaşça oturduğu mezardan kalktı ve yürümeye başladı. Onunla birlikte bende hareketlendim. Elimde olan mezardan topladığım otları bir kenara bıraktım ama bunu yaparken elime batıp kanatan dikenlerden habersizdim, mezarı suladım ve parmaklarımı ismin yazılı olduğu yerde gezdirdim. Mezar taşına yavaş hareket ile eğildim ve ufak bir buse kondurup vedalaşarak yanından ayrıldım. Birkaç adım atmıştım ki arkamı dönüp mezar taşına baktım "Elis Çelik" isminin üstünde gözlerimi dolaştırıp kısık sesle "Görüşürüz güzelim." dedikten sonra yürümeye devam ettim. Her zaman ayrılmak zor geliyordu. Onu her seferinde bırakmak garip duygulara neden oluyordu.

Çok değil 10/15 dakika sonra ben de arabaya binip ilerlemeye başladım. Arkada çok kısık sesli bir müzik vardı ve ben de mırıltılar ile eşlik ediyordum şarkıya.

"Sönmeyecek umudumuz sonsuza kadar, uzanacağız yıldızlara olduğu kadar."

Kendimi şarkının sözlerine bırakmış, dikkatli bir şekilde arabayı kullanıyordum. Babamla aramın iyi olmayışını fırsata çevirip  Elis'in mezarına yakın şehirden uzak bir yerde ev kiralamıştım. Buradaki bir hastanede de stajımı yapmaya başlamıştım. Babam bana burada da rahat vermeyip aynı hastanede çalışmaya başlamıştı. Özürler telafisi olmayan olaylarda asla işe yaramıyordu.

Ben dikkatli bir şekilde yola odaklanmışken önümdeki araba birden kaza tehlikesi atlatırken yüreğim korkuyla çarpmıştı. Ölüm beni her zaman korkutmuştu. Sürücü çevik bir hamleyle ucuz yırtmıştı ama yine arabayı kenara çekti ve yavaşça indi. 

Hemen üstümdeki şaşkınlığı atıp arabaya doğru ilerledim ve sağ koltukta oturan kadının kapısına doğru yaklaşıp camı tıklattım. Cam açıldı ve mezarlıktaki orta yaşlı kadının endişe ile baktığını gördüm.

"Merhaba. Kaza yapıyordunuz, iyi misiniz? Bir yerinizde bir şey yok ya."

"İyiyim oğlum. Kızımın dikkati dağıldı sanırım ama şükür bir şeyimiz yok."

"Arkanızdaydım görünce sorayım dedim. Bir şeyiniz olmamasına sevindim. Ben gideyim o zaman."

"Teşekkürler oğlum çok sağ ol."

Kadının yanından hızlı adımlarla arabaya doğru ilerledim ve arabanın yanına kadar gidip omzumdan geriye doğru baktım. Mezarlıkta gördüğüm kızdı bu yine ve yine yüzünü tam anlamıyla görememiştim ama saçları çok tanıdıktı. Tanıdığım birinin saçlarına çok benziyordu. Elinde bir su ile marketten çıkıyordu.

Peki bu yaşanılan sadece tesadüf müydü?

"Genç, olduğu yerde geriye adım atıp yavaşça indiği koltuğa oturdu. Yaşadığı şeyin tesadüf mü olduğunu sorguluyordu. Tesadüf müydü yoksa kader ağlarını mı örüyordu bilinmez ama hayatın her zaman bir planı oluyordu."

VisalHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin