1

277 12 0
                                    


🎼 The Approaching Night - Philip Wesley

Ay ışığı, sessizliğin hakim sürdüğü dairenin küçük penceresinden içeri sızmış ve mütevazi odayı biraz olsun aydınlatmıştı. Açık pencereden içeri giren rüzgar Wonwoo'yu ürpertmişti. Elindeki bir tomar kağıdı dolaba yerleştirip pencereyi örtmek üzere harekete geçti.

Bulutsuz gökyüzündeki parlak ışık yüzüne vurduğunda gözlerini kapatarak zihnini boşaltmaya çalıştı. Ardından eski konsol piyanosunun üzerindeki masa lambasını yakarak ortalığı biraz daha aydınlattı. Tüm gecesini verse de başarısız olacağı bir sınav onu bekliyordu. Saatin kaç olduğuna aldırmadan önündeki kağıda odaklandı ve çalmaya başladı. İyi gidiyordu ki, yan komşunun uğultusu ve ardından 4-5 defa duyduğu uyarı sesiyle durdu.

Komşuları onun 'gürültüsünden' rahatsız olmuş olmalıydı. İnsanlar bunu dinlemek için para öderken şu an komşusundan gördüğü muamele onu sinirlendirmişti.

"Kes şu sesi artık lanet olası!"

Piyanonun kapağını gürültülü bir şekilde örtüp öfkeyle dış kapıya doğru yürüdü. Geldiğinden beri onu rahat bırakmayan komşusunu hırpalamamak için hiç bir sebep bulamadı. Yumruğunu kapıya vurmasına saniyeler kala durdu.

Öfkesi onu terk edip yerine sonsuz bir keder bırakmıştı sanki. Burada istenmediğini biliyordu. Zaten bu berbat ötesi apartmandan gidecek başka yeri de yoktu. Ayaklarını sürüye sürüye dairesine dönüp tekrar piyanonun başına oturdu. Başarmalıydı. Bir kere de olsa bu parçayı çalmalıydı. Ama duymadan nasıl yapacaktı ki?
Elini sararmış tuşlarda gezdirerek notaları fısıldamaya başladı. Her hata yaptığında baştan başladı. Tekrar ve tekrar....

Sabahın ilk ışıkları odaya düştüğünde saatlerdir orada oturduğunu ancak anladı. Hiç hazır hissetmemesine rağmen sonunda piyanonun başından kalktı. Uyuşan bacakları yüzünden sendelemiş, düşmemek için piyanoya tutunmuştu.

Üzerindeki bir kaç gün önceden kalan kıyafetleri çıkarttı. En son ne zaman giydiğini hatırlamıyordu. En son ne zaman yediğini, duş aldığını hatta ne zaman gülümseyebildiğini hatırlamıyordu ve hatırlaması için sebep de yoktu. Şimdi bütün bu düşünceleri aklından silip bugüne odaklanması gerekiyordu.

Sınıfa adımını attığında hayatının sınavına giriyormuş gibi heyecanlıydı ki Wonwoo ne zaman bu tarz bir piyanonun önüne otursa heyecanlanırdı.
Profesörün işaretinden sonra derin bir nefes almış, gözlüklerini düzeltmiş ve pozisyon almıştı. Beyaz kuyruklu piyanonun tuşlarına dokundu. Uzun ince parmakları sanki bu piyano için yaratılmıştı. İlk dizenin sonunda kalp atışları ölçüyle karışıp ona bir hata yaptırdığında durdu.

"Kusura bakmayın efendim."

"Devam et, Jeon."

Profesör disiplinli olmasına rağmen yumuşak tavırlı bir adamdı ve Wonwoo ondan çekinse de severdi. Eliyle devam etmesi için işaret verdiğinde Wonwoo baştan başladı.

Bitirdiğinde profesörün gururlu bakışları onu şaşırttı. Hiç hata yapmamıştı. Bir kere bile.

Gururla sınıftan çıkarken yüzündeki gülümsemeye engel olamamıştı. Kısa sürede eski ifadesiz haline dönerken en az bu sınav kadar ciddi bir gece bekliyordu onu. Her gece gibi.
Her gece birbirinden eşsiz parçaları onu umursamayan bir grup insan karşısında çalmaktı işi.
Oraya giderken büründüğü kişilik ve görünüşü elbette çok farklıydı. Oldukça pahalı takım onun üstündeki yaşanmışlığı gizlerken aynı zamanda yakışıklılığını da öne çıkarıyordu. Saçlarını da geriye taradığında tamamen farklı biriydi.

Soğuk havayla temas ettiğinde ellerini soluk renkli kabanının ceplerine soktu ve durağa kadar bir süre yürüdü. Hafif hafif yağan yağmur onu ıslatmaya başlamıştı. Tam adımlarını hızlandırdığı anda durağın arkasında farkettiği gölgeyle tekrar yavaşladı. Tedirgin biçimde yürümeye devam etti çünkü gölge hareket etmiyordu.
Bir kaç adımdan sonra gölge sokak lambasının altına ilerlediğinde onun kim olduğunu anladı ve derin bir nefes verdi. Aynı apartmanda yaşadığı yaşça küçük olan ve geldiği günden beri kendisine aşık olan o kız.

"Seohyun-ah, burada ne işin var?"

Koyu saçlı kız yüzünü kaldırdığında ağlıyordu. Soruyu cevaplamadan gözlerini Wonwoo'nun gözlerine dikti. Oldukça üzgün görünüyordu.

"Seohyun..."

Wonwoo'ya sarıldığında ağlaması şiddetlenmiş, Wonwoo'nun da ona sarılmasını beklemişti.
Bir süre sonra Wonwoo da çekingenlikle kollarını sardı ona çünkü ihtiyacı vardı.
Neden ağladığını bilmese de sormadı.

"Seninle asla kavga etmeyeceğiz. Annemin babama yaptıklarını sana asla yapmayacağım." Dedi hıçkırıkları arasında. Wonwoo anlamıştı.

"Seohyun böyle şeyler söyleme..."

Kız başını kaldırıp tekrar gözlerine baktı.
"Bana olmayacağımızı söyleyeceksin. Ama söz veriyorum Wonwoo seni asla üzmeyeceğim."

Kollarını Wonwoo'dan çekip gözyaşlarını sildikten sonra gülümsemeye çalıştı. Wonwoo'ya aşık olduğunu ikisi de biliyordu ve Seohyun Wonwoo ne kadar anlatsa da olmayacaklarını kabullenemiyordu. Ve onu daha fazla üzmek de istemiyordu.
Bu yüzden Wonwoo bir kere daha anlatmaya kalkışmadı. Boylarını eşitlemek için hafifçe eğilip, kızın omuzlarını tuttu.

"Eve git. Sana verdiğim kitabı okudun mu? Onları duymazdan gel Seohyun-ah Bu gece iyi olacağından emin olmak istiyorum."

Kız omzundaki eli kavradı ve bir adım daha attı Wonwoo'ya doğru.
"Sana gelmeme izin ver. Beni iyileştirecek kişi sensin..." dedi. Gözleri tekrar dolmuştu.

"Gitmem gerekiyor..."

Kızın elini çekmek için hareket ettiği anda kız elini daha sıkı sardı.
"Seni bekleyeceğim."

Ardından Wonwoo'nun yanağına hızlı bir öpücük verdikten sonra hızla ondan uzaklaşarak geldiği yöne doğru gitti.
Wonwoo derin bir nefes aldı ve gelen otobüse bindikten sonra bu konuda düşünmemeye çabaladı.

~

THE PIANISTS | Meanie Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin