6

67 7 0
                                    

Gözlerini tekrar açtığında çoktan sabah olmuştu. Belki 10-11 saat uyumuştu ama tüm gece ona bir kaç dakika gibi gelmişti. Tüm vücudu ağrıyordu. Saate baktığında okula da gidemeyeceğini anladı.

Yataktan çıkası gelmediğinden uzanmaya devam ederken kapının kenarından ona bakan bir çift göz gördü Wonwoo. Onun burada olduğunu unutmuştu.

"Uyanmışsın. Kahvaltın hazır."

Yataktan çıkması gerektiğini anlayınca arkasını döndü Seohyun'a. Yorganını çekiştirdi huysuzca.
"Yemeyeceğim."

Israr cümlesi beklerken, uzaklaşan ayak sesleri duydu yalnızca. Ardından da kapı sesi. Gitmişti. Onu kırdığını düşündü birden. Sonra vazgeçti. Seohyun'un ona kırıldığını hiç görmemişti.

Huzursuzca geçirdiği bir kaç dakikadan sonra ayaklandı. Dünü getirdi aklına. Huzursuzdu ama aynı zamanda rahatlamıştı. O borcun nasıl olduğunu yalnızca kendisi biliyordu. Bir de abisi.

Şehrin diğer ucunda yaşayan abisinin de durumdan haberi vardı elbet. Ama karışık aile olaylarından, abisinin evlenip kendine başka bir hayat kurmasından sonra araları iyice açılmıştı. En son gördüğü zamanı bile hatırlamıyordu Wonwoo.
Özel günlerde mesaj gönderir, bir kaç ayda bir de banka hesabına bir kaç yüz dolar gönderirdi kendisini unutturmamak ve 'borcu ödemesine yardım etmek' adına. Halbuki Wonwoo onun en çok varlığına ve manevi desteğine ihtiyaç duyardı. Canıyla tehdit edilirken abisine ihtiyaç duyduğunu hep reddederdi ama en iyi kendisi bilirdi bunun doğru olduğunu. Bir gün ona her şeyi anlatmak, doyasıya sarılmak için neler vermezdi ama bunu hiç yapamadı.

Belki de o gün bu gündü. Belki de hayatında şikayet ettiği her şey bir bir yoluna girecekti. Telefonunu eline aldığında yaptığı ilk şey abisini aramak oldu.

Bir kaç kere çaldıktan sonra yaptığının hata olduğuna karar verdi saniyeler içinde. Bundan sonra aralarından su sızmasa nolurdu ki ona en ihtiyaç duyduğu anlarda yanında yokken? Bir adım gelmeyene neden koşardı bir insan?

Kapatmak üzereyken gelen "Alo?" sesi telaşlandırdı Wonwoo'yu. Önce hiç bir şey söyleyemedi. Sonra onu bekletmemek adına bir şeyler geveledi.

"Hyung, nasılsın?"

Abisinin ne diyeceğini, neden aradığını soracağını tahmin edebiliyordu. Tahmin edemediği tek şey ne hissettiğiydi. Sahi, nasıl hissediyordu Wonwoo'yu, küçük kardeşini yapayalnız bıraktıktan sonra?

"İyiyim Wonwoo. Sen nasılsın? Her şey yolunda mı?"

Neden aradın demenin kibar yolu. Wonwoo'nun boğazı düğümlendi. Sesini duymak iyi gelmemişti.

"Evet iyiyim." Dedi bir çırpıda. Seslice yutkunarak devam etti. "Borç bitti. Bana para göndermeye devam etmemeni söylemek için aradım..."

Bir şey söyleyecekken durdu aniden. Abisi de farketti durumu ve bekledi. Bir kaç saniye sessizlikten sonra Wonwoo pişman olacağı bir şey daha yaptı.

"Ve seni özledim, hyung."

Koskoca dünyada yapayalnız hissettiği anlardan biriydi. Savunmasız hissettiği anlardan biriydi tam şu an. Ne cevap alacağını bile kestiremiyordu.

"Seni görmek isterdim fakat..."

Hayalkırıklığı gelmek üzereydi. Yok olmak istedi Wonwoo. Fakat'tan sonrasını duymamak için yüzüne kapatmak istedi. Onu tamamen silmek istedi hayatından.

"Şu sıralar çok yoğunum. Müsait olduğumda seni ararım. Tamam mı?"

Wonwoo basit bir "tamam"la onaylayarak kapattı telefonu. Abisi hiç bir zaman müsait olmamıştı Wonwoo için, ve bundan sonra da olmayacaktı da. Kendine kızarak geçirdi uzunca bir süreyi. Havanın karardığını yeni farkedecek kadar uzun bir süre. Evden çıkmasına çok yakın, çalan kapı onu tedirgin etmişti. Bir kaç saniye hareketsiz kaldı. Yine onlardan birinin olma ihtimali onu ürkütmüştü. Bunu başkası duysa çok utanırdı ama korkmuştu işte.

"Wonwoo-ya, evde misin?"

Kapının arkasından gelen boğuk ses Wonwoo'yu rahatlatmıştı. Seohyun'du gelen. Rahatlamış vaziyette kapıyı açtı. Kız gözlerini kısarak gülümseyip içeriye girdi davet beklemeden.

"Gittin sandım, neyse ki buradasın. Yemek yedin mi?"

"Aç değilim."

Kız elindeki kapları mutfağa bırakmak üzere yanından geçip giderken söylenmeye devam etti. "Kendine hiç dikkat etmiyorsun. Sabah da yemedin."

Wonwoo kabanını sırtına geçirirken kızı dinlemedi bile. Ardından kız geri döndü ve karşısına dikildi Wonwoo'nun.
"Böyle mi gideceksin?"

Wonwoo kaşlarını çattı, yüzünde nasıl der gibi bir ifade vardı. Kabanını düzeltmeye devam etti kız çantasında bir şeyler ararken. Sonra bir kaç makyaj malzemesi çıkarttığında Wonwoo gözlerini devirdi.
"Makyajdan hoşlanmıyorum."

"Haklısın, hiç ihtiyacın yok." Dedi gülümseyerek. "Zaten yakışıklısın. Ama..."
Boynundaki morlukları işaret etti kız. Wonwoo sağ tarafında duran aynaya çevirince farketti, bu kıyafetler içinde daha da abest görünüyordu.

"Bekle, hemen bitecek."
Kız elindeki süngeri kapatıcıya daldırıp morluklara sürmeye başladı. Boynundan sonra yüzündekilere de sürmeyi ihmal etmedi. Ardından toz bir ürün ve fırçayla üzerlerinden geçti. Kısa bir sürede yok olmuştu morluklar. Wonwoo tekrar baktı yansımasına. Biraz daha yaklaştı ve inceledi. Hiç olmamış gibilerdi. Yüzünde gezdirdi elini.
"Teşekkür ederim." Dedi usulca.
Kız da karşılık olarak gülümsedi.

Otelin yolunu tutarken tedirgin olmadan edememişti yine. Onlardan kurtulmasına rağmen yolunda gitmeyen bir şey vardı Wonwoo'da. Karanlığın ortasından birisi çıkacak diye tetikteydi her an. Çünkü bu ilk değildi. Sağ salim otele ulaştığında derin bir nefes verdi. Her zaman yaptığı şeyleri sırasıyla yapmaya koyuldu.

Odasından çıkarken notaları da aldı eline. Yeni parçaların çalınması gerekiyordu artık. Ama bir terslik vardı. Piyano sesleri gelmeye başlamıştı bile. Wonwoo değilse kim olabilirdi? Başkasını mı bulmuşlardı yerine? Salonun girişine doğru yürüdü hızla ve piyanonun başında birisinin oturduğunu gördü. Çalan kişi başını kaldırdığında kim olduğunu anladı Wonwoo.

Bay Kim. Bir kaç notadan sonra yine izlendiğini anlamıştı. İçten bir şekilde gülümsedi ve bıraktı çalmayı. Zaten henüz erkendi. Bay Kim ayaklanıp yanına doğru yürürken ne yapacağını bilemedi. Elindeki notaları sıktı bilinçsizce.

Bay Kim ilk konuşan tarafın Wonwoo olmasını istercesine sustu ama yüzünde gülümsemesi hala duruyordu. Wonwoo ne diyeceğini de bilememişti.

"İyi görünüyorsun. Hallettin mi meseleyi?"

Wonwoo başını salladı. "Evet..."

"Sevindim. Bundan sonra böyle bir durum olmaz zaten. Geçebilirsin."

Wonwoo başını eğip yerine yürümeye başlarken araya sıkıştırılmış cümleleri farketti. Sanki biliyormuş gibi konuşmuştu ama nereden bilecekti ki? Wonwoo saçmaladığını düşünerek asıl işine odaklanmaya çalıştı. Salon insan dolana kadar eski parçalardan devam etti. Yeni parçalara geçtiğinde tam karşısında onu izleyen gözleri gördü.
Dikkatinin dağılmamasına özen göstererek çaldı parçaları. O gözler onu izlemeyi asla bitirmeyecek gibiydi. Yanındakileri asla umursamadan, sanki bir konserdeymişçesine dinleyen tek kişi de Bay Kim'di.

Bir kaç parça sonra Wonwoo iyice odaklanmıştı ki Bay Kim'in panikle etrafına bakındığını gördü. Sonrasında ayağa kalkmıştı. Wonwoo çalmayı bırakmadan, gözleriyle izledi onu. Bay Kim kapının önündeki adamı bulup hızla ona doğru yürümeye başladığında, Wonwoo adamla göz göze geldi. Bay Kim saniyeler içinde adamla dışarıya çıkmıştı ama Wonwoo'nun gözü o adamı bi yerden ısırıyordu sanki.
Onu nereden tanıdığını düşünürken elleri hiç durmuyor, çalmaya devam ediyordu.

Görmeyi sevmediği bir yüzdü bu. Wonwoo'ya bakışlarından onun da Wonwoo'dan hoşlanmadığı açıktı. Wonwoo bu bakışlardan iğrenmese tanıyamazdı belki de. Bu 'o'nun adamlarından biriydi. Hem de ona çok yakın olanlardan biri.

Peki Bay Kim'le işi neydi? Bay Kim neden paniklemişti ve onu kimsenin görmemesini ister gibi bir hali vardı? Kendisiyle alakası olmamasını umdu ama Bay Kim'in cümleleri zihninde yankılandı. "Bundan sonra böyle bir durum olmaz zaten."

Wonwoo parçaları bir araya getirdiğinde anlamıştı. Bu borç meselesine karışan kişi Bay Kim'di.

THE PIANISTS | Meanie Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin