Wonwoo'nun içindeki huzursuzluk akşama kadar sürmüş, hatta daha da büyümüştü.
Özellikle abisinin yarattığı huzursuzluk daha büyüktü ama onun etkisiyle Seohyun'un kalbini kırmasının yarattığı huzursuzluk bambaşkaydı. Acaba gerçekten Seohyun'a patlamış mıydı yoksa asıl kızdığı şey Seohyun'un ta kendisi miydi anlayamamıştı bir türlü. Bir kaç kez aradı ama normalde bir kaç kez bile çalmadan açılan telefonu, bugün hiç açılmamıştı.Otele gitmek için çıktığı yolda ayakları onu birden üst kata, Seohyun'un dairesine doğru götürdü. Bir kaç kez kapıyı tıklandığında kapıyı açan annesi olmuştu. Seohyun'un anlattığı gibi huysuz bir kadındı annesi.
Kapı aralığından kafasını uzattı kadın.
"Ne var?"Wonwoo geriye doğru bir kaç adım attı.
"Seohyun evde mi acaba?"Kadın onu baştan aşağıya süzmüştü.
"Sen istemesen de kapında köle olacak zaten bir kaç saate. Bekle gelir."Gitmesini bekler gibi yüzüne baktı Wonwoo'nun.
"Ona beni aramasını söyleyin lütfen. İyi akşamlar."Ardından hızlı adımlarla aşağı inerek otelin yolunu tuttu. Yol boyu ve salona girerken de hala anlamlandıramadığı bir öfke vardı içinde. Oturup tasasızca yemek yiyen insanlara baktı. Her birine birer küfür savurarak yürümeye devam etti. Kabanını çıkartırken kapıyı çalmadan giren kişiye döndü yüzünü. Tabii ki Bay Kim.
"Selam."
Wonwoo tüm her şeyin asıl sorumlusu olan kişiye baktı öfkeyle. Bütün sakinliğini korumaya çalışarak yaklaştı ona.
"Karın, çocukların falan yok mu senin? Bütün gün benimle uğraşıyorsun."Bay Kim alay edercesine güldü. Gülüşü Wonwoo'nun daha da sinirini bozuyordu.
"Komik olan nedir?" Dedi hışımla."Oradan bakınca aile babası gibi mi görünüyorum?" Gülmesini devam ettirdi.
Wonwoo derin bir nefes alıp notaları toparlamaya başlarken konuştu.
"Ailemi, düşmanlarımı tanıyorsun. Birisinin bana bu kadar yakın olup işime karışması inan hoşuma gitmiyor."Notaları Bay Kim'e doğru iterek eline tutuşturdu. "İstifa ediyorum."
Gözlerinin içine aynı onun yaptığı gibi baktı ve kabanını alarak kapıya doğru yürüdü hızla. Bay Kim ona dönmeyi bile tenezzül etmeden konuştu.
"Bu işe ihtiyacın yok mu?""Yok."
Bay Kim ona dönerken Wonwoo da ona doğru dönmüştü.
"Sokakta kalırım daha iyi."Geldiği yerden geri çıkıp otelin çıkış kapısına doğru yürümeye başladı. Arkasından herhangi bir ses gelmesini, birinin onu tutup durdurmasını beklerken hiçbiri olmamıştı. Hatta bir ara arkasına bakmıştı ve kimseyi göremedi.
"Neyse" dedi içinden. En azından sonsuza dek Bay Kim'i görmeyecekti.Bay Kim ile birlikte işini de göremeyecekti bir daha bu yüzden başka bir iş başvurusu yapmalıydı. Ondan önce ise kalbini kırdığı birinin gönlünü alması gerektiğinin farkındaydı.
Eve döndüğünde onu kapıda bekleyen, ona yemek yedin mi diye mesaj atan biri artık yoktu. Onlardan kurtulmak istediğini söylese de birdenbire herkes onu terk etmiş gibi gelmişti. Farkında olmasa da Seohyun ona birinin onu umursadığını hissettiriyordu ama Seohyun tabiki Wonwoo için sadece bundan ibaret değildi. Onu seviyordu ama Seohyun'un kendisinden istediği sevginin romantik anlamda olmasını istediğini biliyordu. Wonwoo bu sevgiyi ona veremeyeceğini düşünüyordu çünkü o kimseyi sevmemişti, hem zamanı yoktu hem de kendince kalbi yoktu Wonwoo'nun. Hiç bir zaman ona bu anlamda bir sevgi beslememiş ama üzülmemesi için onu itmemişti de.
Yatağa uzanırken bu düşünceleri kafasından silip bir şeyler yapması gerektiğini biliyordu. Eskisi gibi olmasalar da en azından kırık kalbini tamir etmeye çalışması gerektiğini düşündü.
Seohyun'un, ilgisinden bunaldığı kızın da onu terk etmemesi için adeta çırpınacaktı.
Saat henüz erkendi. Seohyun'un kendisiyle yemek yemeyi sevdiğini bildiği için bunun aralarını düzeltebileceğine inandığından mutfağa girişmeye karar verdi. Tam olarak ne sevdiğini, tatlıyı mı ekşiyi mi tercih ettiğini kestiremedi. Yanan tava ve tencerelerden, bir kaç el kesiğinden ve talan olmuş bir mutfaktan çıktığında en azından güzel gözüken bir ana yemek ve tatlısı olduğundan emin oldu. Elinden geldiğince güzel dekore edilmiş bir sofra vardı karşısında.
Şimdi ise yapması gereken Seohyun'u buraya çağırmaktı. Onu tetiklemeden, basit bir mesaj yollamaya karar verdi.
Parmaklarını klavye üzerinde gezdirdikten sonra ortaya çıkan mesaj şuydu:"Seohyun, kendimi iyi hissetmiyorum. Lütfen gelebilir misin? Anahtar her zamanki yerde..."
Mesajı yolladığı an önlüğünü çıkartıp beklemeye başladı. Çok değil, bir kaç dakika içinde anahtar sesinden sonra kapı sesi, ve ardından da Seohyun'un sesi gelmişti.
"Wonwoo neredesin? Neyin var?"Bir kaç adım attıktan sonra mutfakta dikilen Wonwoo'yu, ve ardından arkasında duran sofranın bir kısmını gördü. Şaşkınlık içinde Wonwoo'ya doğru yürüdü.
"Sana gerçekten bir şey olmuş..."
Wonwoo bu cevabı beklemediğinden şaşkındı.
"Ne demek istiyorsun?"Kız biraz daha yürüyüp sofranın önüne geldi ve göz gezdirdi.
"Misafirin kim?"Wonwoo eliyle ensesini kaşıdı ve utanç içinde cevapladı.
"Sensin."Kızın en son gördüğüyle aynı olan yüz ifadesi birden aydınlandı. "Bu kadar kolay mı olacaktı?" Diye düşünmeden edemedi Wonwoo. Bedenine sarılan kollar onu gönlünü aldığına inandırmıştı. Kız teşekkürler yağdırıyor ve "sana güvenebileceğimi biliyordum" diye fısıldıyordu.
"Oturalım istersen."
Kız başını sallayıp masanın bir ucuna otururken Wonwoo da karşısındaydı.
Normal iki arkadaş gibi konuştular o akşam. Ne Seohyun ona olan aşkından bahsetti, ne de Wonwoo onu alttan almak zorunda kaldı. Wonwoo'nun istifasından Seohyun'un ailesinin boşanmasına kadar her şeyi konuşmuşlardı.Açıkçası Wonwoo Seohyun'un bir aşk itirafını daha kaldıramayacaktı ve neyse ki öyle olmamıştı. Hiç diretmeden, Wonwoo'yu taciz etmeden çıkıp gitmişti evine.
Wonwoo yalnız kaldığında derin bir nefes verdi. İçi rahatlamıştı.Şimdi yapması gereken iş başvurularıydı. Bir kaç yere başvuru yapmış, sonrasında da vücudunun yorgunluğuna esir düşüp uyuyakalmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE PIANISTS | Meanie
Fanfiction"bir piyanonun önündesin, o piyanodan daha güzelsin"