18

37 8 1
                                    

Birbirinden çok da farklı olmayan günler, bir bir geçip gitmişti. Wonwoo ve Mingyu'nun arası ise, günden güne daha iyi olmuştu. Wonwoo Mingyu'yu neredeyse seviyordu.

En azından kendisi öyle olduğunu düşünüyordu ama çoktan ona kapılmıştı.

Bunların aksine, dışarıda olanlar, hala her yerde aranmaları ikisinin de canını sıkıyordu. Wonwoo çoktan sınavlarını kaçırmıştı. Mingyu'nun otele dönmesi gerekiyordu.

Mingyy'nun planı ise, tarikatı ifşa ederek çökertilmesiydi ama bunu fiziken burada olarak yapmak çok zordu. İçeriye soktuğu adamın ifşalanması ise an meselesiydi çünkü bir ajanın ifşalanmasıyla güvenlik önlemleri artırılmıştı. Sürekli haberleşmeleri sakıncalıydı. Bulunmaları ise bugün değilse yarın olacaktı.

Mingyu kendisini korkak gibi hissediyordu. Ama kendisi bulunursa, Wonwoo da bulunurdu. Onu korumak olmasaydı, çoktan karşılarına çıkmıştı.
Bunları düşünerek salonda volta atarken Wonwoo onun ne kadar stresli olduğunu anlamıştı.
"Neyin var?"

Mingyu duyduğu sesle irkildi ve durdu.
"Dışarı çıkmalıyım. Buradan her şeyi kontrol etmek çok zor."

Wonwoo karış karış arandıkları halde ikisinden birinin dışarıda olması halinde neler olacağını tahmin edebiliyordu.

"Saçmalıyorsun. Bunu yapamazsın."

Mingyu'nun yüzünde ufak bir tebessüm belirdi istemeden. Kendisini düşündüğünü bilmek, bu olağanüstü can sıkıcı durumda ona iyi gelmişti.

"Ajanımın canını da düşünerek karar almaya çalışıyorum. İhbar edenin o olduğu elbet ortaya çıkacak. O cezasını çekecek olsa bile ajanım mutlaka canından olur."

Wonwoo Mingyu bu kadar stresliyken tartışmaya girmenin mantıksız olduğunu biliyordu. Bir kaç saniye düşündü. Mingyu hala volta atarken yanına doğru yürüdü.

"Oradan ayrılırken, yüksek bir miktar borçla ayrılabilmiştim. Sözleşmeyle birlikte. Onları ifşalamam durumunda canımla tehdit ettiler. Sözleşmeyi imzalayarak ayrılabildim."

Mingyu dikkatle onu dinlemeye başlamıştı.
"Ayrıca ayrılacağım için verdikleri son görev, hepsinden daha ağırdı. Böyle görevleri herkese vermiyorlar. Zaten kimse ne o görevi yapmak ne de o kadar borcun altına girmek istiyor."

Wonwoo yaşadıklarının nasıl başladığını daha kısa özetleyemezdi. Her şeyin o tarikata katılmakla olduğunu sansa da her şey oradan ayrılmaya karar vermesiyle başlamıştı.

Mingyu çenesini sıvazlayarak düşünmeye başladı.
"Yani tarikat çökertildikten sonra, ortada sözleşme kalmayacağı için ajanının başına hiç bir şey gelmeyecek. Sadece o görev için yürekli olması lazım."

Mingyu'nun gözleri parladı.
"Wonwoo sen bir dahisin."

Wonwoo belli belirsiz gülümsedi ve oradan ayrılmak için yapmayı göze aldığı şeyleri anımsadı. Boşluğa dalıp gitmişken Mingyu'nun sesiyle irkildi.

"Bir kaç gün içinde buradan çıkıyoruz."

Wonwoo başını salladı umutla. Mingyu bir telefon görüşmesi yapmak üzere odadan çıkıp Wonwoo'yu yalnız bıraktı.
Buradan çıkmak o kadar kolay mıydı?
Mingyu organize ettiği onlarca adamıyla planı uygulamaya hazırdı. Öncelik ajanın canını kurtarmak, sonrasında ise tarikatın varlığını devlete haber vermekti.
Tarikat, her hafta aynı saatte, aynı yerde toplantı yapardı. Neredeyse herkes aynı yerde olurdu. Mingyu toplantıdan hemen önce ajana tarikattan ayrılmak istediğini, geçerli bir sebeple bildireceğini söylemesi gerektiğini söyledi. Üzerine binen milyon dolarlık borç ise bir hiç olacaktı. Ama bunu kimse bilmiyordu.

Mingyu'nun planı günler içinde uygulamaya konmuştu. Ajan tarikattan ayrılmış, son görev denen günahı yerine getirmişti. Artık özgürdü. Sözleşmeyle birlikte.
Toplantının olduğu gün ve saatte Wonwoo ile Mingyu birliktelerdi. Onlara uçacak haber için bekliyorlardı.
Ajan, bir kaç saat önce tarikatı ihbar etmiş, kimliğini gizlemişti ve Wonwoo ile Mingyu'nun kaldığı dairenin önüne gelmişti.
Mingyu çalan zile karşı tedbirliydi. Elinde tabancası, önce kapı deliğinden baktı. Ajanı gördüğünde kapıyı açtı.
Kısa bir sarılmadan sonra Wonwoo yanlarına gelmişti. Gördüğü ajan, aylarca birlikte çalıştığı Soonyoung'dan başkası değildi.

Mingyu ondan hep ajan diye bahsettiği için, kim olduğunu yeni öğreniyordu. Demek Mingyu için çalışıyordu.

"Sen..."

Soonyoung anlamış gibi başını salladı.
"Bir kaç saat sonra onların çökertilmesine şahit olacağız." Dedi.

"Siz tanışıyor musunuz?"

İkisi de baş salladı. Orada ne kadar günah işlendiğini, ne usulsüzlüklere şahit olduklarını bir tek birbirleri biliyorlardı.
Aradan bir süre geçtiğinde ses seda yoktu. Sanırım bu planlarının işlediğine işaretti.
Gece yarısı olup, herkes uyuklamaya başladığında televizyonun sesi daireyi doldurmuştu. Sadece Mingyu uyanıktı. Oynayan saçma sapan bir dizi aniden kesilip, gece yarısı haberleri başladığında başlığı okudu Mingyu.
"İllegal tarikat çökertildi."

Mingyu her ikisini de dürttüğünde herkes televizyona kitlenmişti. Ani baskın görüntüleri, zanlılar, ve patronun buzlanmış görüntüsü bir bir ekrandaydı.
Bu kadar organize olmalarına rağmen, verdikleri açıklar onları yakalatmıştı.
Wonwoo ekrandaki görüntüleri izlerken yıllardır kurtulamadığı beladan kurtuluyor oluşuna inanamadı. Bıraktıkları travmaların tamamen iyileşmesi zaman alacaktı.
Derin bir nefes verip arkasına yaslandığında Mingyu onun ne kadar rahatladığını farketmişti.

"Hepsi senin sayende oldu."

Wonwoo da karşılık olarak tebessüm ederken Soonyoung'un onları izlediğini gördü.
"Ve tabii Soonyoung sayesinde."

Soonyoung Wonwoo'nun sırtını sıvazladı.
"Bir daha onlarla karşılaşmayacağız bile."

Ardından Soonyoung özgür günlerinin tadını çıkarmak için gecenin o saatinde evden ayrıldı.

Aslında Wonwoo'nun da ayrılmaması için bir sebep yoktu ama ikisi de gitmesini istemiyordu. Göz göze geldiklerinde ikisi de birbirine veda etmeleri için tek bir geceleri olduğunu biliyorlardı.
Onları birleştiren bir şey yoktu aralarında. İstese giderdi ama hem Mingyu'nun ısrarından, hem kabul etmese de kendi de istemediğinden gitmedi.

THE PIANISTS | Meanie Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin