Keyifli okumalar diliyorum! Fikirleriniz benim için çok önemli. Oy vermeyi ve yorum yapmayı lütfen unutmayın. :")
Paylaştığım şarkılara, profilimdeki Spotify linkinden, ⭒ adlı listeden ulaşabilirsiniz.
Bölüm şarkısı: ''Alec Benjamin - Let Me Down Slowly''
☆
Dördüncü sınıfa geçtiğimde, sırtımdaki eğrilik bir anda arttı. Tabii oturduğum onca saatin etkisiyle... Ve kamburum üçüncü sınıftaki haline göre iki kat daha artarak artık koca bir kütleye dönüştü. Artık eğrilik rahatlıkla belli oluyor ve kıyafetin üstünden kolayca görülebiliyordu. Bunu hiç beklemiyorduk. Bir anda o kadar hızlı ilerlemesi sürpriz olmuştu. Acı, istemedik bir sürpriz...
Orada hatalı, garip bir şey vardı.
İnsanların bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Dışarıda veya okuldayken çocukların beni, ''Sırtına bak ne kadar kötü! Canavar gibi...'' diyerek garipsediklerini duyabiliyordum. Büyük insanlar bir şey demese bile, gözleri düşüncelerini ortaya döküp, durumu açıkça anlatıyordu. Bunları görmek veya duymak istemiyordum. Annem de görüyor, duyuyordu ve benim fark etmemem için elinden gelen çabayı sarf ediyordu. Ama bu kötü sözlerden ve bakışlardan beni ne kadar sakınabilirdi ki? Ne kadar çaba sarf etse de yine de insanların ister istemez gösterdikleri bu tepkiler oldukça fark ediliyordu. Ama annem üzülmesin diye görmezlikten ve duymazlıktan geliyor, ve hiç farkında değilmişim gibi davranıyordum.
Yine de dördüncü sınıf da son derece hızla ve başarıyla bitti.
Beşinci sınıfa geçtiğimde, birinci dönem yeni başlamıştı ama benim kamburum daha da arttı. Ve bağışıklık sistemim oldukça zayıf bir hale geldi. Henüz dönem yarısını göremeden, ben ağır bir hastalık geçirdim. Daha dönemin yarısını bile bitiremeden, ailem beni okuldan almak zorunda kaldı.
Üzülüyordum; çünkü o evden dışarı çıkamadığım zamanlara göre, her gün dışarı çıkmak, okula gitmek, her gün bir sürü yeni bilgi öğrenmek, doğayı, insanları, çevreyi tanımak çok hoştu ve arkadaşlarımla vakit geçirmek çok eğlenceliydi. Bu hiç bitsin istemiyordum.
İnsanlar anneme ''Niye okula götürüyorsun? Çoğu kişi okusa bile bir şey olamıyor. Okuyup ne olacak?'' diye soruyorlardı. Annem de her seferinde ''Çok başarılı olsun, olmasın. Çevreyi, insanları, hayatı tanısın, sosyal olsun. Bu benim için daha önemli. Hayatı kendi gözüyle görsün, bilsin istiyorum.'' derdi. Annemin bakış açısına aşık olmak için bir sebep daha...
Gerçi okuldaki başarım, her yıl dergiye çıkmam, ders ve sınav notlarım, böyle konuşan kişilerin çenelerini bir daha açılmamak üzere kapatmalarını sağlıyordu. Hem annemin çabası boşa gitmemiş oluyor, hem de başarılarımız bizi mutlu ediyor ve yüzümüzde tatlı bir tebessüm oluşturuyordu. Annemin her gün asla benden bıkmadan usanmadan özenle bakması, o da yetmeyip her gün okula götürüp getirmesi, dünya üzerindeki en büyük başarılardan biri benim için. Her insanın kolay kolay yapacağı bir şey değil. Bu yüzden her zaman için onunla gurur duyuyorum ve duyacağım.
Beşinci dönemin başlangıcında okulu bırakmak zorunda kaldığım için, evde eğitim görmeye başladım. Annem evde eğitimi, internette görmüş ve bizimle paylaşmıştı. Babam biraz araştırdıktan sonra, İl Milli Eğitim Müdürlüğü'ne durumumu arz eden bir dilekçe yazdı. On beş güne kalmadan bize geri dönüş yapıldı.
Hasta olmayayım, dışarıdan mikrop gelmesin diye dışarı pek sık çıkamıyorduk. Günlerimiz evde geçiyordu. Tek bir değişiklik olarak eve bir öğretmen gelmeye başlamıştı. Ben okula gitmiyor, artık okul bana geliyordu diyebilirim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zehirin İlacı (Gerçek Bir Hayat Hikayesi)
VampireDoğduğu günden beri, ölümcül bir hastalık yüzünden eve mahkum olan Dila, yeni tanışmış olduğu kişi aracılığı ile bir zehir sayesinde, sağlığına kavuşabilecek mi? Yeni hayatına uyum sağlayabilecek mi? Nasıl ortaya çıktığı bilinmeyen, çok eski bir zeh...