⭒4⭒

758 640 27
                                    

Umarım beğenirsiniz. Keyifli okumalar diliyorum! Oy vermeyi ve yorum yapmayı lütfen unutmayın. :")

Paylaştığım şarkılara, profilimdeki Spotify linkinden, ⭒ adlı listeden ulaşabilirsiniz.

Bölüm şarkısı: ''Low Roar - Patience''

                                   ☆

Kısa bir süre sonra, durumum iyice kötüleştiği için, annem Ankara'ya kontrole gitmemiz gerektiğini, hatta kontrole gitmemizin şart olduğunu söyledi. Ve bir an önce doktordan randevu alma kararı aldık.

Annemin artık bana baktıkça ister istemez yüzü değişiyordu, bana belli etmemek için hemen kendini toplamaya çalışıyordu ama yine de ben yüz ifadelerini yakalıyordum. Bu halde olmam onun moralini oldukça bozuluyordu çünkü; sırtımdaki sinir bozucu tümsek iyice hindistan cevizine döndüğü için, sırtım çok kötü bir hale gelmişti. Bambaşka bir canlıya dönüşmüştüm...

Ve annem buna oldukça fazla şahit oluyordu; ister beni banyo yaptırırken, ister beni giydirirken, yatırırken veya kaldırırken olsun, haliyle sırtımı herkesten daha fazla görüyordu. Ki zaten görünmeyecek gibi değil ki... İnsan vücudunun üstünde koskocaman bir kütle. Saklamaya çalışsanız bile saklanmıyordu. Başlarda, sırtımdaki eğrilik hafif tümsek halindeyken, hemen dik durup, düzgün oturmaya çalışıyor ve insanlardan onu saklamaya çalışıyordum. Ama bu kısa süre zarfında eğrilik o kadar ilerledi ki, artık saklamak mümkün değildi. Ve ben de artık umursamıyordum. Çünkü saklamak istesem bile yapamazdım. Artık.

Annem bana her baktığında üzülüyordu, ben de onun yüzünden durumumun ne kadar kötü olduğunu anladıkça; hem onun üzülmesine, hem de durumumun gittikçe korkunç bir hal almasına ve iyice canavar haline gelmeme üzülüyordum. Onun bu şekilde yüzünün değişmesine kızıyor veya sinirleniyor değildim, dışarıdaki insanlar bile sadece kıyafetin üzerinden gördüklerinde bile farklı farklı bir sürü tepkiler veriyordu, sadece onun üzülmesine dayanamıyordum ve bu sinirimi bozuyordu. Annem zaten oldukça acı görmüştü, bir de benim yüzümden bu kadar üzülmesi çok saçma ve gereksizdi.

Birilerinin benim yüzümden üzüldüğünü görmek ve bilmek vicdanen çok rahatsız edici bir histi. Ve bir de bu kişi annem olunca bu durum beni cidden rahatsız ediyordu. Durumum kötüydü evet, bu da üzücü bir şeydi ama beni asıl üzen bu değildi. Beni asıl üzen şey sevdiklerimin üzülmesiydi.

Keşke bir şeyler yapabilsem. Keşke o yumru bir anda ortadan kalksa... Ve bir sabah uyandığımızda onu orada göremesek. Ama olmuyordu. Ne yazık ki, bir peri masalında değildik. Hayatta her istediğimiz, bir anda öylece olmuyor. Hiçbir şey peri tozu sihrine sahip değil.

Annem boş zamanı olduğunda veya işine ara verdiği zamanlarda, randevu almak için muayenehaneyi arıyordu ama ne zaman arasak randevular hep dolu oluyordu. Doktor oldukça tercih edilen biriydi. Biz de kontrole gideceğimiz zaman sürekli ona gidiyorduk. Herkes bu alanda en iyisinin o olduğunu söylüyordu ve gerçekten de öyleydi.

Sekreter, randevuların dolu olduğunu ama arayıp sık sık kontrol etmemizin iyi olacağını, belki hastalardan randevusunu iptal eden olur veya yeni kayıt oluşturulabilir diye birkaç günde bir tekrar tekrar telefonla arayıp randevu almamızı tembihlediği için, annem bu yüzden sık sık arayarak şansını deniyordu.

Salı günüydü ve biz Yasemin abla ile dersteydik. Çok fazla konu işlemiştik. Fazla bilgiden artık biraz başım ağrımaya başladı. Yasemin abla diğer konuyu açarken, sanki alnımdaki ağrıyı hafifletecekmiş gibi, kaşlarımı kaldırıp bir iki saniye gözlerimi kapadım.

''Bugün bayağı yoğun geçti. Biraz dinlenelim istersen,'' dedi Yasemin abla.

Bana baktığını fark etmemiştim. Gözümü açtığımda göz göze geldik.

''Olabilir,'' dedim biraz mahcubiyet ile. Yorulduğumu belli ettiğim için biraz utanmıştım.

''Su falan içmek ister misin?'' dedi. Biraz tedirgin duruyordu, sanırım cidden kötü duruyordum.

Onu rahatlatmak adına gülümsedim. ''Olabilir aslında, annem şimdi getirir,'' dedim ve anneme seslendim.

''Anneeee,'' kapı kapalı olduğu için biraz yüksek sesle bağırdım.

Yasemin Abla bu hareketime başta kaşlarını çatıp, sonra güldü. Uzun süredir sessizce çalıştığımız için kulaklarımız sessizliğe alışmıştı. Sesimin bu kadar yüksek çıkması bana da sürpriz olmuştu.

''Biraz fazla yüksek sesle oldu, pardon!'' dedim gülerek.

''Arada olur öyle,'' dedi ve yine güldü.

O sırada annem kapıyı tıklatarak içeri girdi.

''Mola mı verdiniz?'' diye sordu.

''Biraz mola versek iyi olur, hem bu arada Dila su içer,'' diyerek onu yanıtladı Yasemin abla.

''Hemen getiriyorum. Başka istediğiniz bir şey var mı?'' diye yeniden sordu annem. Başımı hayır anlamında salladım.

Yasemin abla da ''Hayır, teşekkürler,'' dedi.

Annem suyu getirip, çalışma masamızın üzerine bırakırken, mutlu bir şekilde gülümsedi ve, ''Az önce yine randevu almak için aradım, bu sefer cumartesi gününe randevu alabildim,'' dedi.

Gülmesine ben de karşılık verdim. Onun mutlu olmasına ben de mutlu olmuştum ama bir yandan da beni korkuyla karışık bir heyecan sardı. Acaba gidince ne duyacaktık?

Korktuğumu hiç belli etmeden ''Ne güzel. İyi yapmışsın anne,'' dedim.

Yasemin abla da gülümseyerek, ''Uzun zamandır almaya çalışıyorsunuz, iyi olmuş, gözünüz aydın,'' dedi.

Annem, ikimize bakıp gülerek, ''Teşekkür ederim kuzum. Randevu alabildiğim için çok sevindim,'' dedi ama sonra ciddi bir yüz ifadesi ile Yasemin ablanın yüzüne bakıp konuşmaya devam etti. ''Çünkü, artık gitmemiz şart oldu... Bakalım gidince ne olacak?'' dedi annem.

Şu an benim endişemin aynısını o da yaşıyordu. Konu uzasın ve gerginlik artsın istemedim. Suyumu kafaya dikip, masaya bıraktım. Yasemin abla da aynı düşünmüş olmalıydı ki, ''Hadi derse devam edelim,'' dedi.

Anneme su için teşekkür ettim. ''Rica ederim annecim,'' dedi ve biraz dalgın bir şekilde odadan çıkarken kapıyı kapattı.

Derste ara ara Yasemin ablayı dinlerken, dalıp dalıp gidiyordum. Düşünceler beni alıp götürüyordu. Engel olmaya çalışıyorum ama bu pek mümkün değildi. Yasemin Abla durumu anladı, anlayışla karşıladı. O gün çok ders işlediğimiz için, beni zorlamadı ve iki konu daha çalıştıktan sonra o günkü dersi bitirdi.

☆ ☆ ☆

Randevu gününden iki gün önce, yani perşembe günü, annem hazırlıklara başladı, yolculuklarda ve nereye gidersek gidelim, her zaman bizimle olan büyük siyah çantasını hazırladı. Siyah çantanın içinde; tuvalete girebilmem için tek kullanımlık klozet örtüleri, ikişer paket ıslak ve kuru mendil, mide bulantım için bir sürü buzdolabı poşeti, çöpleri koyabileceğimiz birkaç siyah poşet, kusma nöbetleri sırasında batarsa diye ne olur olmaz diye konulan bir takım kıyafet, hastane raporlarım, midemi bulantıdan kurtarmasını umduğumuz mide bulantısı ilacı, tuzlu çubuk, sakız ve naneli şeker vardı. Tabii hazırlıklar sadece bununla bitmiyordu.

Ankara'ya giderken bineceğimiz arabada yanlarıma koymak için üç yastık alıyorduk; düşmemem için, birini kafamın arkasına, ikisini ise kollarımın altına koyuyorduk. Özellikle kusarken, birinin beni düşmemem için tutması gerekiyordu. Ama babam öne geçip oturduğu için, yastıklar beni tutuyor, annem ise her zaman olduğu gibi benimle ilgileniyordu. Annem dışarıda kullandığım manuel arabayı da bir güzel silince hazırlıklar tamamdı.

Kasım ayındaydık. Eskişehir'de hava hep serin olur ama sabahları daha sert bir ayaz olur. Bazen teninizi ayaz yakar ve sızlatır. Burada yaşadığımız için bunu iyice bildiğimizden sıkıca giyinip, aşağıda apartmanın önünde bizi bekleyen arabanın yanına indik.

Zehirin İlacı (Gerçek Bir Hayat Hikayesi)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin