Umarım beğenirsiniz. Keyifli okumalar diliyorum! Oy vermeyi ve yorum yapmayı lütfen unutmayın. :")
Paylaştığım şarkılara, profilimdeki Spotify linkinden, ⭒ adlı listeden ulaşabilirsiniz.
Bölüm şarkısı: ''Ludovico Einaudi - Experience''
☆
Ankara'ya gidip geleli henüz üç ya da dört gün olmuştu. Haberi duyan komşular ve tanıdıklar bizi ziyarete geliyordu. Genelde, gelenleri annem ve ben ağırlıyorduk. Abim okulda, babam ise içeride televizyon izliyor oluyordu.
Özellikle ziyarete gelenlerden bazıları vardı ki, sinirimi bozuyorlardı. Tepkileri o kadar iticiydi ki... Abartılı söylemleriyle yakarış diyebileceğimiz şekilde, ''Eyvah eyvah'', ''Sen de ne bahtsızsın'', ''Çok acılı bir şekilde ölmezsin umarım'' ve hatta ''Tüh, sizin başınıza gelen ölmüş tavuğun başına gelmez'' diyeni bile duyduk. Bazıları bunları söylerken dizlerini bile dövüyordu.
Özellikle acıyarak baştan aşağı beni süzmelerini saymıyorum bile... İnsan o bakışlar ve tepkiler karşısında ne yapacağını, ne diyeceğini şaşırıyordu.
Gerçekten bu kadar abartmaya gerek var mıydı? Üzülürsünüz elbette ama o kişinin moralini daha fazla bozmamak adına, karşı tarafa bunu belli etmemeye çalışırsınız. Teselli etmeye çalışırsınız.
Ama o bazılarını, uzunca bir süre görmek istemiyordum. Eğer yaşarsam hayatımın sonuna kadar falan.
Annemin de böyle konuşanlara siniri bozuluyordu ama bana fark ettirmemeye çalışıyordu. Ben bu aşırı tepkilerin ne kadar abartılı olduğunu söyleyince de, daha fazla sinirlenmemem için, ''Üzüldükleri için böyle diyorlar, öyle düşünme,'' deyip beni yatıştırmaya çalışıyordu.
Aslında bunlar beni üzmüyordu. Beni insanların tepkileri değil, yaşadığım ve hissettiğim şeyler üzüyordu. Beni özellikle, annemin bu duruma yeterince üzülmesinin yanı sıra, bir de bu aşırı abartılı tepkilerle yüz yüze gelmesi ve doğuştan hasta olmam yetmezmiş gibi, bir de bu hastalığa yakalanıp ailemi hem maddi, hem manevi sıkıntıya sokmam üzüyordu.
Bedenen hastalığın yanı sıra, psikolojik açıdan sürekli düşünmek, kötü hissetmek, insanı daha da yoruyordu.
Sanki hiç geçmeyecek bir sıkıntıydı bu. Tıpkı bir ruh emici gibi.
Haberi duyup arayanlar veya bizi ziyarete gelenler arasında birçok fikir veren vardı. Arabanızı satın veya kredi çekin diyorlardı. Birincisi, bizim arabamız yoktu ki. Olsa belki satabilirdik. İkincisi, kredi çekmek babamın da aklına gelmişti. Ama babam henüz yeni emekli olmuştu ve biz ne kadar kredi alacağımızı bilmiyorduk. Banka krediyi elbet verirdi ama emekli maaşına, ameliyatı karşılayabilecek miktarı verir mi, belli değildi.
Belirsizlik insanı kesinlikle bitiren bir şeydi. Bunu kısa bir sürede kesinlikle çok net bir şekilde anlamıştım.
Gelenler, beni görmeye geliyordu ama biz bağışıklık sistemimi korumaya çalışıyorduk. Annem misafirler gelmeden önce, gelen herkesten uzak durmamı tembihliyordu ve ben de arabamı olabildiğince uzağa park ediyordum. Annem de servis yapıp hemen uzağa çekiliyordu.
Bir gün gelenlerden birinin öksürdüğünü ve grip olduğunu fark ettik. Annemle endişe içinde birkaç saniye bakıştık ve ben nefes almadan, nefesimi tutup -çünkü virüsler havada asılı kalıyordu- derhal odama kaçtım. Tabii misafirler bunun farkına bile varmadı, ben odama gidince annem durumu uygun bir dille izah etti. Ve bundan böyle gelenlerin yanına çıkmamama karar verdik. Zaten hafta içi derste oluyordum. Ve artık misafir geldiği için, Yasemin ablayla ben oturma odasında çalışıyorduk, annem misafirleri salonda ağırlıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zehirin İlacı (Gerçek Bir Hayat Hikayesi)
VampireDoğduğu günden beri, ölümcül bir hastalık yüzünden eve mahkum olan Dila, yeni tanışmış olduğu kişi aracılığı ile bir zehir sayesinde, sağlığına kavuşabilecek mi? Yeni hayatına uyum sağlayabilecek mi? Nasıl ortaya çıktığı bilinmeyen, çok eski bir zeh...