Yaşattığını yaşamadan ölmezsin derdi büyüklerimiz hep. Aman derdim, birine en fazla ne yaşatmış olabilirdim ki? Önemsiz şeylerin önemli olduğunu büyüdükçe anlamaya başlamıştım. Birine bir adım attığında o da sana adım atıyordu. Yaşattığını yaşamak dedikleri şey en basit buydu.
Fark etmeden birilerine yaşattığım şeylerin teker teker önüme çıkması zamanında bu lafı önemsemememin acısını çıkarıyordu. Ama bu şekilde olmasını istemezdim. Hayatın bana vermeye çalıştığı ders bu muydu? Her zaman kendimi hep ön planda tutmuştum. Ailem de dahil herkes hep bir adım geride kalmıştı.
Canım mı acıyordu? Herkes bana odaklanmalıydı. Bir iş mi başarmıştım? Herkes beni tebrik etmeliydi. Bir sorun mu vardı? Herkes işini gücünü bırakıp benim sorunuma odaklanmalıydı. Hep benci davranmıştım. Artık bunun böyle olamayacağını fark etmiştim ama bunun acısı böyle çıkmamalıydı.
Bunun acısı sevdiğim adamdan çıkmamalıydı.
Bana olan bomboş bakışları canı acıtıyordu. Gözlerindeki parıltının silinişi, dümdüz ifadesi, neredeyim ben der gibi etrafı süzmesi kalbimi ağrıtıyordu. O beni tanımıyordu, ailesini tanımıyordu. Benim okulda onu tanımamam gibi o da beni tanımıyordu.
Gözyaşlarıma engel olamıyordum. Eğer gözlerim bulut olsaydı en çok duracağı yer amazon ormanları olurdu.
"Baba buna nasıl dikkat etmezler?" diye sordum volta atan babama karşılık. Babam derin bir iç çekti. "Hemşirenin hatası kızım."
"Umarım o aptalı hala burada tutmuyorsunuzdur?" deyip Erhan Amca'ya baktım. "Bir dakika bile tutar mıyım sence Pera?" Başımı yukarı aşağı sallayıp dimdik bir şekilde ayağa kalktığımda bana bakmaya başladılar. "Yarım kalan işlerimi halletmeye gidiyorum."
Deniz bana doğru birkaç adım atıp; "Sana eşlik edeyim." dediğinde başımı yukarı aşağı sallayıp gülümsedim. "Pera, çok yorma kendini. Bebeği düşün." Bakışlarım Mehmet'e döndüğünde ciddi bir şekilde; "Onun adı Yekta." diye tısladım. Sertçe yutkunup gözlerini kırpıştırdıktan sonra başını yukarı aşağı salladı. Kenarda duran çantamı alıp hastanenin çıkışına yöneldiğimde birkaç dakikalığına duran gözyaşlarım şiddetlenmeye başladığında duvara sürtünerek ağır adımlarla ilerlemeye başladım.
Yapamıyorum.
Dayanamıyorum.
Kaldıramıyorum.
Onu kaybetmekten deli gibi korkuyordum. Sonsuza kadar onsuz kalmaktan deli gibi korkuyordum.
Ya hatırlayamazsa? O da böyle korkmuş muydu benim için? Beni hatırlamazsa ne yapacaktım? Bununla savaşabilir miydim? Allah'ım! Dayanamıyorum... Gücüm kalmadı, görmüyor musun? Ayakta duramıyorum.
Her şeyi aşacaktım ama Çağkan bana böyle bakarken yapamazdım. Onun bakışlarının hayat verdiği hayatta nasıl nefes alacaktım?
Sürtündüğüm duvarda daha fazla ilerleyemeyeceğimi anlayıp olduğum yere çöktüm ve çığlık atmaya başladım. "Bu çok ağır!" diye bağırdım çığlık atarak. Deniz'in kolları bedenimle buluştuğunda hızla itekleyip; "Dokunma!" diye bağırdım. Gözyaşlarım çığlıklarımın arasına karışıp tuzlu tadını bırakıyordu.
"Bana böyle bakması çok ağır!" Gözlerimi sıkıca kapatıp bacaklarımı kendime çektim ve hıçkırıklarımla sarsılmaya başladım. "Yapma Allah'ım, lütfen. Onu bizden, benden alma. Yalvarırım. Dayanamam, gerçekten dayanamam. Ona çok ihtiyacım var."
Çağkan'ı şu an o kadar iyi anlıyordum ki bu daha da canımı yakıyordu. Sevdiği kadın... Sevdiğim adam... O nasıl dayanabilmişti buna? Ben dayanamıyordum. Bedenimdeki her hücrem parçalara ayrılmıştı. Düzelecek miydi? O hasta olsa bile benim yine ona ihtiyacım vardı. Gözlerini açtığında canı acısa bile gülerek bakmasına ve yalan olduğunu bilsem bile; "İyiyim güzelim." demesine muhtaçtım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Siyah Amber [Tamamlandı]
أدب المراهقين"Bana yeniden aynı duyguları hissettiremez misin?" Bedenimi duvara yaslayıp bileklerimden tuttu ve kollarımı havaya kaldırdı. Yutkundum. "Kalbine bir başkası girecekken bunu yapamam Pera." diye tısladı dişlerinin arasından. "Yalandı." diye itiraf et...