Giriş

836 40 28
                                    

Her çocuk özeldi, bunu göremeyen yalnızca gözlerdi. Dünyadaki herkes aynı kıyafeti giyebilir miydi? Giyemezdi. Öyleyse neden tüm ruhların bu dünya için biçilmiş kaftanı giymeleri bekleniyordu? Peki neden çırılçıplak ruhların dünyada giydikleri kefenin olmadığını varsayıyorlardı? Her ruh bu dünyada yalnızca kendisi için biçilmiş kefeni giyebilirdi. Gözler kefeni tek renk ve biçimsiz görürdü oysa ki kefeni biçimlendiren, rengini veren içindeki ruhtu. Hiçbir ruh çıplak gelmezdi dünyaya, hiçbir kefen biçimsiz değildi. Her kefen biçimli ve güzeldi, her ruh renkli ve özeldi...

Tak tak tak.

Hayır bu bir saatin sesi değildi.

Tak tak tak.

Hayır bunlar adım sesleri değildi.

Tak tak tak.

Şafak sökmek üzere iken içeri; doğmak üzere olan güneşin ışığı, gelmek üzere olan gündüzün aydınlığı ve gitmeye hazırlanan gecenin karanlığı yansıyordu seslerin müsebbibi olan odaya. Çarşafı buruşmuş ve az önce tam üzerinde bir yaşamın olduğunu belirten bir şekilde hala sıcak olan yatağın yanında duran ahşap sehpanın üzerindeki gece lambası güneşe hakaret edercesine yanıyordu. Gece lambasının güçsüz ışığı gri, yuvarlak halının üzerini aydınlatıyordu yalnızca. Güneş ise seslerin suçlusunu gözler önüne sermek ister gibi güçlü ışıklarını pencereden onun üzerine yansıtıyordu.Güneş odaya girebilmek için izin ister gibi pencerenin camına vuruyordu adeta. Tak tak tak.

Hayır güneş değildi bu seslerin müsebbibi.

Güneş; minik, çıplak ayakları ile lambanın güçsüz ışıklarının gölgesini üzerine düşürdüğü gri halının değil de soğuk betonun üzerine basan küçük çocuğun üzerine düşürüyordu ışıklarını. Saçları dağınık, yorgun hatta belki hala uykuda olan gözleri ve yanağındaki yarabandı ile şafak sökmek üzere iken durmadan aynı hareketi tekrarlayan çocuğun üzerine...

Evet bu seslerin müsebbibi bu çocuktu.

Minik elleriyle kavradığı dolap kapağını sürekli olarak açıp kapatıyordu. 'Neden?' diye sorsalar cevap vermezdi. Çünkü o konuşmayı sevmezdi. 'Neden?' sorusuna kendi içinde "Çünkü canım öyle istiyor." diye cevap verirdi. Kendi kendine de 'Neden canım böyle istiyor' diye sormazdı. Çünkü cevabını bilmiyordu. Konuşmazdı; konuşamayacağından değil, belki anlatamayacağından belki anlaşılamayacağından. Sessizliğinin sesi yankılanıyordu şimdi odasında.

Tak tak tak.

Sessizliğimin sesini duyan biri olacak mı diye düşündü altı yaşındaki otizm hastası Cesur...

🌱

Kahverengi tahta masanın üstünde biribirinden farklı renk renk çeşit çeşit dergi duruyordu. Dergiler dağınık bir şekilde değil nizami ve üst üste olacak şekilde düzenli duruyordu. Hemen yanındaki kalemler boy sırasına göre dizilmişken içlerinden mavi renkli olan kurşun kalemine uzanan minik ve zarif eller yan yana asker gibi dizilmiş kalemlerin arasında boşluk kalmasına neden olmuştu. Kurşun kalemin sivri ucu kağıda ilk değdiğinde gözle görülmesi güç tozlar bırakmıştı kağıda. Kalemi kullanarak sayılarla uğraşan kız daha dört yaşındaydı.

Okuma-yazmayı üç yaşında öğrenmiş şimdi ise yaşıtlarına zıt bir şekilde oyuncaklarıyla değil kağıtta yazan sayılarla uğraşmakla meşguldü. Üç basamaklı sayılarla üç basamaklı sayıları çarpıyordu. Bunun gibi yaptığı altı işlemden sonuncusunu yapıyordu. İşlemi bitirmek üzere iken hissettiği soğukla bir an duraksadı ve kafasını yavaşça kaldırdı.

Kafasını hafifçe arkasındaki boydan boya pencereye çevirdiğinde dışarıda kar yağdığını gördü. Kafasını geri önüne çevirip yarım bıraktığı işlemi çözdükten sonra kalemini aldığı boşluğa aynı şekilde bıraktı. Masadan destek alarak ayağa kalkıp ayağındaki toz pembe çoraplarıyla minik adımlar atarak pencerenin önüne doğru yürüdü. Pencere ile arasında hatrı sayılır bir mesafe bıraktıktan sonra durdu ve karı izlemeye başladı.

Dışarıda kar yağdığına göre hava sıfırın altında olmalı diye düşündü. Hissettiği soğuğun nedenini anlamıştı. Adımlarını geldiği yöne çevirerek kaloriferin yanına gitti. Eğildiğinde önüne gelen sarı, uzun saçlarını tek omzunda topladı.

Daha sonra kaloriferin ayarına baktığında göstergenin iki de olduğunu gördü. Ev çok soğuk değildi yalnızca dışarısı eksi derece olduğu için biraz üşümüştü. Bu yüzden göstergeyi iki den sonra üç çizgi gelecek şekilde çevirdi. Eğildiği yerden kalktığında az önce kalem oynattığı masanın yanında duran tekli koltuğun üstünde duran hırkasını alarak üstüne giydi. Sıcaklığı arttırdım hırkayı da giyersem üşümem diye düşündü.

Masanın üzerinde üst üste duran dergilerden üçüncüsünü alarak tekli koltuğa oturdu. Derginin yirmi birinci sayfasında kar taneleri ile ilgili bilgiler vardı. Kar tanelerinin hepsinin şeklinin biribirinden farklı olduğunu biliyordu. Kar tanelerinin bulutlarda oluşum süreçlerini tekrar okumak istedi. Her kar tanesinin düşeceği yer, oluşacağı şekil ve yağacağı zaman farklıydı.Hepsinin kendine ait özellikleri vardı. Hiçbir kar tanesi sıradan veya işe yaramaz değildi. Her kar tanesi özeldi. 'Tıpkı insanlar gibi' diye düşündü küçük kız kafasını dergiden kaldırıp camın ardında hala yağmaya devam eden karlara bakarken.

Benim düşeceğim yer; ait olduğum, kendimi gösterebileceğim yer neresi diye düşünmeden edemedi.

Bulutlarda çeşit çeşit şekillerde oluşan kar taneleri gibi benim özelliklerimin yazıldığı bir kader var, peki ben ne zaman yağıp yer yüzüne ineceğim diye düşündü dört yaşındaki üstün zekaya sahip olan Dila...

🌼

Giriş bölümü bu şekildeydi umarim beğenmişsinizdir yanlışlarım olduysa söylerseniz düzeltmeye çalışırım.

Nasıl, kurguyu beğendiğiniz mi?

Şöyle ki Cesur ve Dila çocukluktan itibaren tanışacaklar ve birlikte yalnız bedenleri ve ruhları değil aşkları da büyüyecek :)

Onların altı ve dört yaşlarından itibaren büyüyene kadar filizlenen masum ve mucizevi aşklarını izleyeceğiz.

En Özel Halinle Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin