505

360 14 22
                                    

"Acın ne kadar uzun sürerse, beni
o kadar hatırlayacaksın."

(505:Hem öldüren hem de yaşatan şey)

                                

" Saol dayı, eline sağlık."

Kapı tamiri için çağırdığım abiye parasını uzatıp geçirdim onu.

Sabah olanların aksine sakin bir kahvaltı yapmıştık. Ama bu sadece yarım saat sürmüştü. Emir ne kadar Pars hakkında bir şey sormayıp beni o konuda darlamasa da yanımızda olduğu süre boyunca huzursuzdu. Bir şey sormuyor fakat anlatmamı bekliyordu. Ben de kaçabildiğim kadar kaçıyordum o yüzden. Sorana kadar anlatmayı da düşünmüyordum.

Kapattığım kapıya boş boş bakmayı bırakıp salona doğru yöneldim.
Sarp kaşları çatık bir şekilde kim olduğunu bilmediğim biriyle konuşuyordu telefonda. Her ne konuşuluyorsa canını sıkmış olacak ki ayaklarını titretiyordu. Öyle ki geldiğimi bile farketmemişti.

Oturduğu koltuğa çöktüğümde anca dönmüştü bana.
" Tamam. Halledeceğim ben." Diyip kapattı telefonu.

Mavi gözlerine baktığımda aklıma gelen okyanuslar yüzünden yüzümü buruşturdum. Bunu fark etmiş olacak ki parmağıyla burnumun ucuna vurdu. "Bakma öyle, gözlerimi söküp atacak halim yok."

Bu dediğine güldüğümde gözlerinin içi parladı. Koltukta kayarak aramızdaki mesafeyi kapatıp bedenimi kendine doğru çekti ve göğsünün arasına aldı küçük bedenimi. " Sonunda bir belirti gösterdin." Burnum onun kokusuyla dolarken nefes almak için başımı hafifçe yukarı kaldırdım. "Azıcık nefes alsaydım ya." Mızmızlandığımda omuz silkerek daha çok sıktı beni. Alnımdan öptüğünde gözlerimi kapatıp onunla inatlaşmayı bıraktım.

" Benim için çok değerli olduğunu biliyorsun değil mi." Aniden bunu söylediğinde şaşırmıştım ama bozuntuya vermeden " sen de benim için çok değerlisin." Dedim. Öyleydi.

"Beni anlayan ve acılarımı paylaşan tek kişisin. Kimsenin yapmadığını sen yaptın Barlas, şimdi seni böyle perişan görünce içim gidiyor."

Kapattığım gözlerimi açmadan onu dinledim sadece. Onu anlıyordum, çünkü acı denilen şeyin ne olduğunu biliyordum. En derinimde yaşamıştım, en derininde yaşamıştı Pars'ta.

Cevap vermeden daha da sığındım göğsüne. O da konuşmayacağımı anlamış olacak ki başıma bir öpücük kondurup parmaklarıyla sırtımı okşamaya devam etti.

" Ev yanınca biraz da olsa rahatladın mı?" Söylediği şeyle kapattığım gözlerimi hızla açtım. Sesimin titremesine izin vermeden "sen nerden biliyorsun bunu?" Dedim.

" Öğrenemeyeceğimi mi düşünüyordun?" Dudaklarımı ısırdım rahatsızca yerimde kıpırdanıp.
" Hayır, sadece bu kadar erken öğreneceğini düşünmüyordum." Sırtımdaki elini yanağıma koyup başımı kaldırdı hafifçe. "Benden hiçbir şey kaçmaz, peşindeyim." Yalancı bir korkutuculukla konuştuğunda hafifçe gülüp başımı bastırdım göğsüne

Burdaki tek absürt şey şaşırmış olmamdı sanırım. Çünkü Pars yanımda olmasa da her yerde izleniyordum. Her şeyi bilmesi hoşuma gitmese de bunu belli etmedim. Söylesem dahi beni kaale almayacaktı çünkü.

" İzlendiğimi hissettiğimde adamlarının başı belada demektir. Kendilerine dikkat etsinler."
Göğsünün titremesiyle güldüğünü anladığımda başımı kaldırıp kaşlarımı çattım. " Ben ciddiyim?"
Dedim. başını yalancı bir onaylamayla sallayıp " tamam bebeğim söylerim, dikkat ederler."
Çattığım kaşlarım düzelecekken tek eliyle yanağımı iki tarafından sıkıp
" Katil civciv." Demesiyle bütün ciddiyetim bozulmuştu. Elinde vurup kurtardım yüzümü.
Pars çok nadir gülerdi. Şimdi olduğu gibi. O yüzden bu anın biraz daha sürmesi için konuyu uzatmadım.

Nefesini TutHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin