Vâveylâ

386 14 11
                                    

      Bana verdin bu zehri amma
     Dönemem ki şimdi bu yoldan
   "Yara bere, karavana sevmek yok"
   Dedim ama kalbim sanki karakolda.

      Bana verdin bu zehri amma     Dönemem ki şimdi bu yoldan   "Yara bere, karavana sevmek yok"   Dedim ama kalbim sanki karakolda

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


                                  ●

Bulunduğum odanın nemli zeminine oturmuş, sırtımı soğuk duvara yaslamış, kulaklarımı dünyaya kapatmıtım. Hiç bir şey duymuyor, düşünemiyor, hissiziliğin kanatları altına giriyordum. Öyle ki Pars'ın varlığını bile unutmuştum. Dakikalardır...dakikalardır susuyorduk. Hangi kelime son verebilirdi bu çığlık çığlığa olan suskunluğumuza?

Herkesin geçmişi, acısı kendine deyip sıyrılabilirdim, karşımda en az benim kadar acı çeken adam olmasa.
Onun çığlıklarını duymazdan gelemezdim lakin bugünün bir farkı vardı, duyduğum çığlıklar değil, ölüm sesiydi. Acıya duyarsız kalabilir miydik? Kendi acımızı unutup başkasının acısını hisseder miydik? Kaç gözyaşı, kaç çığlık yeterliydi o acının terkî için?

Girdiğim yükün altında günden güne ezilirken en ağırı bu, bundan daha acısı olamaz değdiğim her dêmden sonra daha ağırını yaşamış, daha fazla acımıştı canım. Kalbim, ruhum şimdilerde hissiziliğin ağrısına da yer veriyordu içinde.

" Bana unutamayacağım bir geçmiş verdin."
Kuruyan dudaklarımdan çıkan kelimeler aramızda asılı kalırken, ondan hiçbir yanıt beklemeden yerimden kalktım. Dönen başımla bir kaç dakika yanan gözlerimi yumup kendime gelmeyi beklemiş, daha sonra ona bakmadan kapıya yöneldim. Ona bakmaya, göz göze gelmeye gücüm yoktu. En az onun kadar acı çekmiş, yıpranmıştım.

"G-gitme." Kapı kolunun duyduğum şeyle büyüdüğünü, ellerime sığamadığını hissettim. Ona gelmek kadar ondan gitmek de zordu. Lakin bugün, diğer günlerden daha farklıydı. Bilinmezliğin ortasında ondan kaçıyordum önceden, ama şimdi... Şimdi her şeyi biliyordum. Bilmek, bir şeyleri öğrenmek hiç bu kadar can yakıcı olmamıştı daha önce.

"İzin ver...İzin ver şu içimdeki acıyı çekip atayım Pars. Yoksa beni ezip geçecek."
Dolan gözlerimi umursamadan kapının kolunu sıkıca kavrayıp açtım tüm gücümle.

Beni boğan odadan çıkar çıkmaz aynı şekilde evden de çıkmış, kendimi dışarı atmıştım nefes almak için. Aldığım her nefes ciğerimde ince bir sızı bırakırken gözlerimi yumdum.
Olmuyordu... böyle olmayacaktı. Kaçmamalıydım, önceden yaptığım gibi görmezden gelmemeliydim onu. Acı çeken o küçük çocuk Pars'tı, başkası değil. Hâlâ bir parçası ordaydı tüm masumluğuyla. Ve onu ordan çıkarmadan gitmem sadece acımasız biri yapardı beni.
Adımlarımı gerisin geri eve sürerken ne yaptığımı bilmiyordum fakat şuan gitmek yapacağım en son şey olmalıydı. Onu görmezden gelmek, acımı görmezden gelmekten daha zordu.
Çıktığım kapının kolunu az öncekine nazaran sakince açmış, ona bakmaktan kaçınan gözlerimi mavilerle buluşturdum.

Dakikalar önce kalktığım yerde oturmuş, kollarını dizlerinde birleştirmişti küçük bir çocuk gibi. Bu bile içime tarifsiz bir his bırakırken gözlerimi kaçırmadım ondan. Mavilerinden akan her yaş kalbimde yangın yeriydi. Onu her güçsüz görüşümde, içimdeki acı daha da dağlanıyordu.

Nefesini TutHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin