Jungkook ağaçların arasındaki açıklığa girdi.
Ayaklarının altındaki sonbahar yaprakları karla karışmıştı. Akşam karanlığı çökmüştü ve fırtına yüzünden orman giderek daha da soğuyordu. Ama Jungkook üşümüyordu. Hatta soğuğu hissetmiyordu bile.
Karanlığa da aldırmıyordu. İri iri açılan gözbebekleri, bir insanın algılayamayacağı minik ışık parçacıklarını topluyordu. Büyük meşe ağacının altında boğuşan iki silueti gayet net gördü.
Birinin siyah gür saçları vardı ve rüzgar estikçe dalgalı bir denizi andırıyordu. Diğerinden biraz daha uzundu. Jungkook yüzünü görememesine rağmen gözlerinin gece karanlığını andırdığını ve keskin bakışları olduğunu her nasılsa biliyordu.
İkincisi de siyah saçlıydı ama onun saçları tıpkı bir hayvan kürkü gibi düzdü. Dudaklarını öfkeyle gererek dişlerini açığa çıkarmıştı. Vücudu, saldırmaya hazırlanan yırtıcı bir hayvan gibi yere kapanmıştı. Gözleri simsiyahtı.
Jungkook hiç hareket etmeden onları birkaç dakika izledi. Oraya niye geldiğini, savaşın zihnindeki yankılarıyla nasıl buraya doğru çekildiğini unutmuştu. Böyle yakından izlerken öfkelerinin, nefretlerinin ve acılarının gürültüsü neredeyse sağır ediciydi. Savaşçılar sessiz çığlıklar atıyordu sanki. Ölümüne bir mücadeleye girişmişlerdi.
'Acaba hangisi kazanacak', diye düşündü. İkisi de yaralıydı, ikisi de kan kaybediyordu ve daha uzun olanın sol kolu tuhaf bir açıyla sallanıyordu. Yine de diğerini, bir meşe ağacının boğum boğum gövdesine yapıştırmayı başarmıştı. Öfkesi öyle güçlüydü ki jungkook bu öfkeyi sadece duymuyor, tadını da alabiliyor, hissedebiliyordu. Ve bunun ona imkansız denebilecek bir güç verdiğini biliyordu.
O anda Jungkook oraya neden geldiğini hatırladı. Nasıl unutabilirdi? O yaralanmıştı. Onun zihni öfke ve acı dalgaları göndererek onu buraya çağırmıştı. Ona yardım etmeye gelmişti, çünkü ona aitti.
Şimdi iki siluet buzlu zemine eğilmiş, kurtlar gibi hırlayarak dövüşüyordu. Jungkook hızla ama sessizce onlara yaklaştı. Permalı saçlı ve gece karası gözlü olan zihninde bir ses Taehyung diye fısıldadı diğerinin üzerindeydi ve parmaklarını rakibinin boğazına geçirmişti. Jungkook benliğini saran öfkeyi hissetti. Öfke ve koruma dürtüsü. Boğan eli tutmak, parmakları çözmek için ikisinin arasına girdi.
Bunu yapacak kadar güçlü olmaması gerektiğini düşünmedi bile. Yeterince güçlüydü; hepsi buydu. Ağırlığını yana atarak hedefini diğerinden ayırdı. Yaralı koluna vurarak onu yapraklarla dolu zemine yüzükoyun devirdi ve arkadan boynuna saldırdı.
Rakibini gafil avlamıştı ama henüz kavgayı kazanmamıştı. Çocuk sağlam eliyle Jungkook'un boğazını hedefleyerek karşılık verdi ve başparmağını Jungkook'un nefes borusuna bastırdı.
Jungkook elinde olmadan dişleriyle ele saldırdı. Zihni buna bir anlam veremese de vücudu ne yapması gerektiğini biliyordu.
Dişleri silahtı ve ete saplanarak kan akıtmıştı.
Ama rakibi ondan daha güçlüydü. Omuzlarını silkerek Jungkook'un ellerinden kurtuldu, olduğu yerde dönüp genç oğlanı yere devirdi. Yüz hatları, hayvani bir öfkeyle büzülmüştü. Jungkook'un üzerine çıktı. Jungkook tısladı ve tırnaklarıyla gözlerine saldırdı ama rakibi yüzüne uzanan eli bir vuruşta kenara savurdu.
Jungkook'u öldürecekti. Yaralı olsa bile, çok ama çok güçlüydü. Dudaklarını gererek kıpkırmızı dişlerini ortaya çıkardı. Bir kobra gibi, saldırmaya hazırdı.
Sonra, tam saldırmak üzereyken aniden durdu ve yüz ifadesi değişti.
Jungkook gece karası gözlerin iri iri açıldığını gördü. Şeytani noktalara dönüşmüş olan gözbebekleri aniden açılıverdi. Jungkook'a onu ilk kez görüyormuş gibi bakıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Vampire Diaries | 𝐓𝐀𝐄𝐊𝐎𝐎𝐊
VampireAlacakaranlıkta ellerini uzatan kâbus ve ruhunu kaybetmiş bir beden ~𝓣𝓪𝓮𝓴𝓸𝓸𝓴 Robert E. Lee Lisenin popüler Prensi Jeon Jungkook yeni gelen öğrenci Kim Taehyung'un bir vampir ve onun çok tehlikeli bir ağabeyinin olduğunu bilmiyordu. ⁰²/⁰⁹/²² ...