-5-

257 37 3
                                    

|5|







Tenceredeki sıcak pilavı tabağıma doldururken sessizdim. Aralık pencereden içeri süzülen soğuk hava pijamamda açıklık bulduğu tenimi okşuyordu.

Yalnızdım.

Üstelik gecenin bir yarısı kalkıp kendime yemek hazırlamıştım.

Öğlen başıma gelenlerden sonra pek bir keyifsizleşmiş, akşam yemeğini es geçmeyi tercih etmiştim.

Eunwoo olsa hemen azarlamaya başlardı beni.

Zihnime kadar giren aptal sanrısı yamuk bir gülüş bıraktı dudaklarıma. Eskiden, sevmeyi de severdim.

Onu izlemeyi, onu düşlemeyi, onu derinlere saklamayı ve bazen de yüzeye çıkarıp anlatmayı...

Ondan hoşlanan ben'i severdim.

Çıkışlarımı ve inişlerimi, kendi kendime girdiğim kıskançlık triplerimi, hüzünlerimi ve umutlarımı severdim.

Ama her istediğimiz olmuyormuş, bunu da er geç öğrendim.

Hayat sana seçim hakkı tanımıyormuş, sen yerinde kalmak istedikçe değişime daha çok kapılıyormuşsun.

Birini seviyormuşsun, gidiyormuş. Birini itiyormuşsun, geliyormuş. Böyle oluyormuş işler.

Öğrendim, öğrendim diyorum ama kalbimde açılan boşluğu ne ile doldularacağımı bilmiyorum. Ne yapmalı emin olamıyorum.

Ucu görünmez bir boşlukta gibiyim.

Kör gözlerle yürüyor, yürüyor, yürüyorum.

Şuan masanın üstündeki telefonumu titreten kişinin bu boşluğu dolduracak kişi olup olmadığını sorguluyorum.

Telefonlarımızı paylaşmıştık, tamam fakat ne diye gece yarısı arıyordu ki?

Sonra da 'Herkes biraz sapıktır.' diyordu.

Numarasına ad bile girememiştim daha. Adını birkaç kez sormama rağmen çıkacağımız yemeğe saklamıştı, gizemliyi oynamayı sevdiğini böylece öğrenmiştim.

Bu arada evet, cumartesi cidden onunla yemeğe çıkacaktım. Görünüşüne olan zayıflığım da sağ olsun, yumuşak sözleri ve ince tavırlarıyla ikna etmeyi başarmıştı.

Bu kararı verdiğimde ondan o kadar da çok korkmuyordum artık, bunu beni iş yerime bırakana kadar anlattığı çocukluk öykülerine borçluyduk sanırım.

Adam resmen utanma kavramını yırtıp atmış, kahkaha bile atmamı sağlayan komik çocukluk anılarını önüme sermişti. Etkilemesine izin veriyordum ama çabalayışını anlamsız buluyordum. Beni elde ettiğinde bir şey kazanacağını düşünmüyordum zira.

Bir kez daha söylüyorum, o çok garip bir adamdı.

Kaşıkladığım pilava ara verip devamlı olarak titreyen telefonumu avuçladım. Neler olduğunu sormak için ekranı açtığımda mesaj atmak yerine iki kez aramış olduğunu gördüm.

Onu geri ararken aklımda belirli bir bahane yoktu açıkçası. "Merhaba." dedi dijitalde bile kalın çıkan sesiyle. "Bugün gececiyiz bakıyorum."

"Uyanık olduğumu nereden biliyordun?" diye sordum söylediğine çok takılmadan.

"Mesajlarda çevrimiçi görünüyorsun."

Sadece iç çektim ve çenemi elime koyarak koluma abandım. "Peki neden mesaj atmak yerine aramayı tercih ettin?"

"Çünkü mesajlarda yazılan şeylerin samimiyetinin bazen anlaşılmadığına inanıyorum." dediğinde gülümsediği hissine kapıldım.

Belki de şuana kadar aşırı korkunç ve kötü birine denk gelmediğim için, insanlara çabuk güvenirdim. Onlar kendilerinden bir şeyi feda ettiğinde sen de kendinden bir şey feda ederdin, bu işler böyle olurdu. "Sana güvenebilir miyim?" diye sorduğumda neden benden önce ödün vermeye başladığını merak etmiştim. İnsanlar genellikle bunu yapmazdı.

"Güvenebileceğini söylemem oluşturmaya çalıştığım dürüst imajima uymaz. Sana güvence verebilirim ama ne kadar güvenilir olduğumu kendin görüp öğrenmelisin, Jungkook."

Buharı hâlâ üstünde ve yarısı yenmiş tabağımın kenarlarında gezdirdim kahvelerimi. Ağzı iyi laf yapıyordu ve ben kelime haznesi büyük olan kişileri severdim. "Buluşmaya nereye gideceğiz?"

"Aklımda bazı yerler var ama senin özel bir tercihin varsa oraya da gidebiliriz." dedi uzlaşmacı bir sesle.

Uyumlu olmasının hoşuma gitmediğini söylersem yalan söylemiş olurdum.

"İstediğim bir yer yok. Aklındaki şey nedir?" dedim yavaştan hissetmeye başladığım heyecanı çaktırmayarak.

Bir süre düşünüyormuş gibi sessiz kaldı. "Sahilde bir çay bahçesine ne dersin?"

"Olabilir." dedim. Aşırı lüks veya aşırı perişan bir yer olmadığı sürece sorun olmazdı benim için.

"Eunwoo'yla aran nasıl?" diye sordu beni şaşırtarak. Mesajlaştığımızda havadan sudan konuşurduk ama hiç bundan bahsetmemiştik.

"İyi." diyebildim. "Sana'yla birlikte düğün telaşı içinde, nedense acele ediyorlar evlenmek için."

"Hiç görüştünüz mü?"

Sanki beni görebiliyormuş gibi sandalyemde kıpırdandım. "Görüşmedik. Dün sabah neler yaptığımı sormak için aradı."

"Çok endişelenme." dedi sahte bir teselliyle.

"Ne için çok endişelenmeyeyim?" diye sordum kaşlarımı çatarak.

"Ona beslediğin duygulardan bahsediyorum. Ben sana hepsini tek tek unutturacağım."

Bu cümlesiyle iddialı yapısını bir kez daha hatırlatmıştı, telefonun mikrofon kısmına doğru cıkladım. "Sanmıyorum."

Bana karşılık "Göreceğiz." dedi, sohbet ettiğimiz zamanlarda eğlendiğini anlayabiliyordum.

Ondan hoşlanacağımı düşünüyordu.

Ben de ondan hoşlanmayacağımı düşünüyordum.

Eğer beni yenerse Eunwoo'yu unutacaktım.

Eğer ben onu yenersem peşimi bırakacaktı.

Aramızda adı konulmamış bir yarış başlamıştı.

Ve ben kazanacak kişinin kim olduğunu çok iyi biliyordum...

𝐀𝐣𝐭óHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin