-19-

75 14 3
                                    


|19|










Küçük Ay olarak da bilinen, batı inanışlarındaki Roma arınma Tanrıçası Februus'dan adını alan Şubat ayının ilk haftasıydı.

Karın dört gözle beklendiği, güneşli günlerinse saklandığı yerden nadiren çıktığı bu zamanda hava inanılmaz soğuktu. Temiz toprağa ev sahipliği yapan orman için derece farkı yadsınamaz derecede fazlaydı, yine de kafa dinlenecek ve doğayla bütünleşilecek uygun yerlerden de biriydi.

Dördüncü üyelerini bulmaya çalışan ikili, sisle birlikte kahve renklerine eklenen koyuluk ve yürüdükleri mesafenin belirsizliği yüzünden zor anlar yaşıyordu.

Yugyeom'un kayboluşundan hemen sonra piknik eşyaları hızlıca toplanmış, Taehyung'la Kunpimook onu bulma görevini üstlenerek eşyaları arabaya geri götürmesi için Jungkook'u göndermişlerdi. Sisin zamansız artışı her yerde mevcuttu, büyük olasılıkla Jungkook da orman yolunda kaybolmuş vaziyetteydi.

"Endişeli görünmüyorsun." dedi sarışın, yanında yürüyen adamın sakin adımlarından anladığı üzere.

Daha iyi bir görüş için kısılmış yeşiller kısa genç adamı buldu. "Evet, değilim." dedi kalın sesiyle.

"Jungkook telaşa kapılıp kendini tehlikeye atacak biri değil. Muhtemelen ya olduğu yerde bekliyor ya da doğru yol için ipuçları arıyordur." diye açıkladı Taehyung, buranın kontrollü bir doğa parkı olduğunu biliyordu. Kaybolan kişiler eninde sonunda bulunmak zorundaydı.

Kunpimook iç çekerek karşılık verdi. Keşke siyah saçlı gencin durumu da Jungkook'un ki kadar iç açıcı olsaydı. Bir şey de diyemiyordu çünkü teknik olarak hepsi onun suçuydu, Yugyeom'a sırtını asla dönmemeliydi.

Fakat o; düşen Akçaağaç yaprağını yakalayıp kendisine uzatmamış, 'Artık kalbiniz bana ait sayın serseri.' diyerek şapşalca, kocaman gülümsemiş olmasaydı ondan birkaç adım uzaklaşmaz ve göz göre göre Yugyeom'u kaybetmezdi.

Üst üste iç çekerek botları altındaki aptal yaprakları ezdi Kunpimook. Yugyeom mangal olayını ballandıra ballandıra anlatıp gelmesini istediği ilk an reddetmeliydi onu, ne hep övdüğü Jungkook'u ne de Jungkook'un yanında adı eksilmeyen iş adamını tanıyordu.

Gerçi Yugyeom'la da bir haftadır arkadaşlardı ama tanışıklıkları daha öncelere tekabül ediyordu. O sıra bilinci pek yerinde olmasa da Yugyeom, Kunpimook'a hâlâ iyi niyetli insanların var olduğunu kanıtlamıştı.

Kunpimook farklı görüntüsü yüzünden yaşadığı ve çalıştığı yerde sürekli hor görülüyor, bazı kimselerin göz zevkine uymadığı için kavgalara karışıyordu. İnsanlar kendilerine benzemeyeni dışlamaya meyilliydi, oysa doğuştan platin sarısı saçlara ve sert bir yüze sahip olmak onun suçu değildi.

Geceleri eve döndüğü için sokaktaki serserilerin sözlü tacizlerine maruz kalıyordu, konuşmadan sıyrılmaya çalıştığında da gitmesine izin vermiyorlardı. Şu ana kadar hiçbir kavgayı kendi iradesi ve isteğiyle başlatmamıştı.

Karşılık vermek artık onu yoruyordu. Bu yüzden direnmeyi bırakmış, darbeleri olduğu gibi kabul etmekte karar kılmıştı, sonuç olarak fazlasıyla dayak yiyordu. Vücudu çocukluğunda babasının zoruyla aldığı boks eğitimleri ve diyetler sayesinde çok dirençli ve dayanıklıydı, aşırı olmadığı sürece yaralanmak sıkıntı değildi.

O gece ise bir istisnaydı, sekiz kişi aynı anda dalmıştı ve bulanık kafalarıyla kontrollerini kaybetmişlerdi. Böyle bir şeyin olacağını düşünmediği için her zamanki gibi darbeleri almıştı fakat işleri bitip yalpalaya yalpalaya uzaklaştıklarında, Kunpimook'un her eklemi yürüyemeyecek kadar ağrıyordu. En fazla bir sokak dayanabilmişti, sonra dinlenip güç toplamak için kendini yere atmıştı.

𝐀𝐣𝐭óHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin