-15-

166 20 4
                                    


|15|







"İnsan, alışkanlıkları olan bir hayvandır." derler.

Bu cümleyi kuranların çoğu ya maymundan dönme olduğumuza inanıyordur, ya da insanın doğasına kazınmış olan bu kodlarla, bir şeye ne kadar hızlı adapte olabileceğimizi gerçekten biliyordur.

Alışkanlıklar, varoluşumuzdan beri hayatta kalmamızı ve yaşamı daha kolay hale getirmemizi sağlardı; sürekli karar almayalım diye görevleri otomatikleştirmemize yarayan mekanizmalardı bunlar.

Eğer alışkanlıklarımız olmasaydı en ufak şeye bile kafa patlatmaktan ömrümüzü tüketir, yorgunluktan solar giderdik.

Yani bilinenin aksine, alışkanlıklar aslında o kadar da kötü değildi. İşe gitmek için bizi uyanmaya iten, günün belirli saatlerinde karnımızdaki canavarı harekete geçiren, açık kalmış suyu kapattıran ve canla başla otobüsten inmeye çalışan yolculara yer açtıran alışkanlıklarımızdı.

Tabi herkesin bildiği gibi, her alışkanlık iyi huylu değildi.

Sık sık içki tüketme alışkanlığı, ileride bağımlılığa dönüşüyordu.

Telefona gelen tüm bildirimlere bakmayı alışkanlık edinmek, ileride korkunç bir kaygı bozukluğu ve ilgi kaybına yol açıyordu.

İnsanlara beslenilen öfkeyi sürekli dışa vurmak, topluma ve kişiye zarar verecek bir alışkanlıktı.

Aynı şekilde, çok konuşmak da günümüzün alışkanlıkları arasındaydı. Bu alışkanlığa sahip insanlar devamlı olarak dert yanar ve ortamdaki tüm mutluluğu bir vakum gibi içlerine çekip eriterek yok ederlerdi, kendilerine bile faydaları dokunmadığından böyle kişilerle arkadaş olunmamak gerekiyordu.

Gece yarısı yemek yemek, sesli sakız çiğneyip toplum içinde o sakızı patlatmak, hata yapan sen olmana rağmen sürekli suçu başkasına atmak da keza, uzak durulması gereken alışkanlıklardı.

Bir de bazı istisnalar vardı, bunlar iyi gibi görünüp zamanla kötü hale gelenlerdi.

Konuya girişimden de görüleceği üzere, benimki bu çeşit bir alışkanlıktı. Kulağa güzel gelen fakat uzun vadede tam tersine dönen bir alışkanlık... Şöyle açıklayayım; herkes, isteyerek ya da istemsizce, yeni tanıştığı insanlardan birer izlenim çıkarır. Bunlar devam eden tanıma sürecinde yanlış ya da doğru çıkar ancak izlenimler kişi için çok önemlidir, bizi bir olaydan en az zararla çıkarabilirler.

Bu izlenimler önce etrafımızdakilere sayıların yanına konan birer işaret vermekle başlar.

Karşı komşunuza artı (+) yaklaşırız, gıcık öğretmeninize eksi (-) hisler beslersiz ve karşı cinsten bir sıra arkadaşına da nötr (O) bakarız. Verdiğimiz bu işaretlere göre duvarlarımızı örer ya da yıkarız, kendimizi savunur ya da açarız. Böylece ilişkiler bitirir ve başlatırız, yaşayıp gideriz.

Ne güzel, değil mi?

Eğer benim gibi bir alışkanlığınız olsaydı şayet, hayat normalden biraz daha zor olurdu.

Benim alışkanlığımın adı: Pozitif Görme'ydi.

Etrafım doğduğum günden beri iyi insanlarla çevrili olduğundan,
devamlı olarak izlenimlerime pozitif sayılarla başlıyordum. Çünkü görüşlerim sebebiyle karşımdakinin potansiyel arkadaş adayı olacağına inanıyordum.

Yavaş yavaş tanıdıkça düşlediğim gibi olmadıklarını görmeme rağmen, ilk kez tanıdığım insanları hep pozitif olarak nitelendiriyor ve büyük oranda kendimden ödün veriyordum. Bu alışkanlığım yüzünden bipolar birine denk gelip iyi niyetimle suistimal edilebilir, güvenimi bir travma sonucu hazin bir şekilde yitirebilirdim. Şu yaşıma gelene kadar pek çok hayal kırıklığına uğradım ve hak etmemelerine rağmen bir sürü kişi için boş yere çabaladım.

𝐀𝐣𝐭óHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin