-18-

102 14 12
                                    

|18|









Derimi kesmeye başlamış poşet uçlarını bırakmamakta direniyordum.

İki koluma binmiş, kaç kilo olduğunu bilmediğim poşetlerin yanı sıra sırtımda kabuk şeklini almış ağır çanta, kayıtlara geçmiş en büyük bir ölüm kalım savaşlarından birini vermeme sebep oluyordu.

Poşetin yırtılmış kısmından fırlamış bir kutunun sivri köşesi baldırıma saplandığında tısladım, topraklı yoldaki ilerleyişim aksadı. Hemen bacağımı sivri tehlikeden uzaklaştırsam da önden önden, uzun bacaklarıyla yürüyen arkadaşıma yetişemeyecek kadar canım yanmıştı.

"Hızına tükürdüğüm, lan Yugyeom bir yardım etsene bana!" diye çığırdım arkadan. Onun de elleri doluydu ancak boş bir çabayla yardım çağırmaktan başka bir şey yapamıyordum.

"Jungkook, sana yardım etmek için daha kaç parçaya bölüneyim kardeşim?" diye seslendi huysuzca, haklıydı ama...

Titrek bir nefes alarak buharın yükselişini izledim. Hava inanılmaz soğuktu, hatta o kadar soğuktu ki hissiz serçe parmaklarım uyuşmuştu. Gerçi kan oraya gitmediği için de uyuşmuş olabilirdi. Kış vakti pikniğe gidenlerin sayısı yeterince azdı, heleki ormanın içindeki bir piknik yerine gelenler elle sayılırdı; yani bu biz oluyorduk.

Dışarıda buluşup otobüse atladıktan bir buçuk saat sonra vardığımız yer 40 hektarlık, ağaçlarla kaplı Dream Ormanı'ydı. Aşağı kısımlarında aileler için bir piknik alanı, ormanın devamında büyükçe bir göl, onun da ilerisinde 573 metreyle Seul'ün en yüksek noktasını, Dream Tepesini görmemizi sağlayan bir tırmanma yolu yer alıyordu.

Biz ise henüz arabaların park ettiği alandan çıkamamıştık çünkü pikniği yapacağımız yere ulaşmak için ormanın derinlerine, ailelerin girebileceği alanı geride bırakarak bayağı bir yol katetmeliydik.

Elimizdeki yüklerin sebebi Yugyeom'du. Marshmellow kızartalım diye tutturduğu için bol bol bisküvi ve kekle birlikte ondan da birkaç paket sıkıştırmıştı poşetlere. Alışveriş yaparken tuzluların benden, tatlıların da kendisinden olduğunu söyleyip reyonun yarısını satın almıştı. Ancak hesaba katmadığı şey, arabadan indikten sonra varacağımız yere kadar poşetleri yürüyerek taşıyacak olmamızdı.

Üşümekten kızaran burnumu zorla kolumu kaldırarak kaşıdım, yorulmuştum ve terliyordum. Bu soğukta ıslanmaya rakip olabilecek kadar kötü olan bir şey varsa o da terlemekti. Soluklanmak için duraksadıktan sonra derin bir nefes aldım, ciğerlerime inen soğuk göğsümde bir sızıya sebep oldu.

"Yugyeooom..." diye yakındım durmadan yürüyen arkadaşıma. Beni takmadan yürümesine devam edince tosurdum, kalan enerjimi toplayarak ileri kararlı bir adım attım.

Ve sonra ayağımın altından kayan çamurlu zemin bana gülümsedi.

"ANAN-"

Her şey bir göz kırpışında sona ermişti.

Korkuyla kasılan vücudum düşüşe geçtiği anda birinin güçlü kolları belimden beni sardı, sırtım geniş bir göğse çarptı ve böylece yamuk bir pozisyonda düşmeden durabildim.

"Yakaladım." dedi kalın ses, birkaç soluk eşliğinde.

Kim olduğunu yakınlığımızdan ötürü aldığım kokudan ve ardımdan gelen tınıdan anlamama rağmen başımı kaldırıp alttan ona bakma ihtiyacı duydum. "Taehyung?" dedim şaşkınca.

"Tünaydın." dedi keyifli bir tebessümle.

Omzumdan destekleyerek dikelmeme yardımcı oldu, gözlerim önce endişeyle bize yaklaşan Yugyeom'u, sonra da can havliyle elimden bırakıp yere düşürdüğüm yiyecekleri buldu. Kalın montumun el verdiği kadarıyla eğilip paketleri toplarken "Hoş geldin." dedim. Üzerindeki kabanla rahatça çömeldi ve bana yardım etmeye başladı. "Az daha düşüyordum, tuttuğun için teşekkürler.

𝐀𝐣𝐭óHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin