Peter Paul Rubens - The fall of the damned (1620)
Hayat azap veren bir yorgunluğa dönüşünce, yorgunluğunu bir ölüm uykusuyla dindirmek için hazırdı. Peki, ama hala neyi bekliyordu? Gitme vaktiydi.
-Martin Eden, Jack London.Bazen hayatımın bir köşesinde durmayı ve tüm bu boğuştuğum şeylerin uzaktan bir seyircisi olmayı diliyordum.
Bu kasırga bazı anlarda öylesine can yakıcı ve güçlü oluyordu ki, etrafa çarpmaktan yaralar almış bedenimden ziyade ruhum sancılarla kavruluyor ve ellerim etrafı yoklarken görmez gözlerle sığınacağım limanı bulmak için çabalar hale geliyordum. Bu savruluşun bir sonu yoktu, bir sahibi yoktu ve ben uğruna bıçak bilediğim her gerçeğin çaresiz anlarımda bana yöneldiğini hissediyor, daha da fenası deneyimliyordum.
Yorgunluğum sınırı çoktan aşmış olsa yıkılmayı kendime reva görmüyor, diş geçirdiğim her şeyin daha da azılı düşmanı olarak ayağı kalkmayı ve benim olanı müthiş bir duyarlılıkla bana ait kılmayı arzuluyordum. Bu oyunun galibi olmak konusunda fazlasıyla hırslıydım fakat ölümlü bedenim kendime bu kadar yüklenişimin bedelini patlayacakmış gibi ağrıyan başım aracılığıyla ödetiyordu.
Kulaklarımdan enseme değin dişlerimin ucuna kadar sızlatan bir ağrı en ufak sese karşı intikam almak istercesine beynimi uğuldatıyor, bu yaşıma kadar yaşadığım tüm fiziksel acıları bir bir geride bırakırken kendini zirveye yerleştirme konusunda büyük bir özveri gösteriyordu.
Bu, dünyasal bir alemde karşılaşabileceğim en somut acıydı. Ağlamak istiyor, bana ağırlık gibi gelen ve içtiğim üç ağrı kesiciye rağmen ağrısında zerre azalma göstermeyen başım her saniye ömrümden götürürken hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyor ama bu dahi şu an için müthiş külfet dolu bir harekete dönüşüyordu.
Kafamın içinde inşa ettiğim bütün binalarımın saniye saniye nükseden ağrıya karşın muazzam depremlere sarsıldığını hissediyor, sanki hafızamı yitiriyormuşçasına beynimi baskılayan bu zehrin bir insanın ölümüne pekala sebep olabileceğini düşünüyordum.
Anlık yıkılışımın beni en çaresiz anımda yakalayıp üstüme çöreklenmesi hiç adil değildi.
Tek başıma Taehyung'un odasında ve onun yatağında bununla cebelleşiyor olmam bir yana, evde tek kalmam ve en ufak tıkırtaya karşı baş ağrımın mümkünatı varmış gibi daha da artması beni uzun zaman önce bir kenara bıraktığım melankolik ve karamsar hallerime yeniden dönderiyor, parmak uçlarıma değin sızlayan bedenime hiç ama hiç yardımcı olmuyordu.
Taehyung'u istiyordum.
Hemen yanımda olmasını ve saçlarımı okşamasını, endişelenmesini ve dolayısıyla üzerimdeki ilgisini, belki güzel bir şarkı söylemesini ve Vincent'ım diyerek beni sakinleştirmesini istiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fırçalar, satırlar ve biraz da yıldızlar , taekook
FanfictionJeon Jungkook sergilere kaçak girmeyi kendine meslek edinmiş bir görsel sanatlar öğrencisiydi, ta ki son girdiği serginin sahibi olan Kim Taehyung onu yakalayana kadar.