#9#

36 2 1
                                    

Sabah olduğunda ilk kalkan doyoung olmuştu. Kırmızı koltukta, kollarının arasında jungwoo'yu görünce dün geceyi hatırlamayı çalışmıştı. En son jungwoo onun kucağında yatıyordu. Ama nasıl bu konuma geldiklerini bilmiyordu. Yanından sıyrıldı, tuvalete gidecekti. Yanından kalktığında woo gözünü açtı.

Kırmızı koltukta ters tarafa dönmüştü, camlardan gelen ışık gözünü alıyordu. Aradan bir kaç dakika sonra doyoung tuvaletten çıkmıştı. Woo gözlerini tekrardan kapatmıştı. Doyoung yanına oturdu, uyuyor mu diye bakmak için. Doyoung kafasını jungwoo'ya doğru eğdi. Jungwoo aniden gözlerini açmıştı. Refleks gibisinden.

''Günaydın!" dedi doyoung. Gülümsedi öylece. Zar zor ayağa kalktığında jungwoo belini tutuyordu. İki büklüm yatmaktan beli ağrımıştı. "Bugün derse giderken yürüyerek gidelim mi?" dedi doyoung. "Hem biraz etrafı görmek istiyorum"

Jungwoo kafa salladı. "Yavaştan toparlan o zaman, kahvaltı yaparsak geç kalırız. Okulda yeriz o zaman."

Doyoung eşyalarını topladı ve proje tüpünü omzuna taktı. Jungwoo'da çantasını şip şak hazırlayıp salonda bekleyen doyoung'un yanına gitti. "Hadi çıkalım istersen" dedi saati gösterip jungwoo.

Doyoung pastel yeşili ile beyaz renklerin karışımı olan ayakkabısını giydi. Kendine ait tarzı bazı kıyafetlerinde ortaya çıkıyor gibiydi. Jungwoo'da ayakkabılarını giydi ve apartmandan çıktılar. Yine karşıya geçtiler ama durağa girmediler. Dümdüz yürüyüş yolundan ilerlediler.

Sahilden geçiyorlardı, doyoung arada beğendiği kuşların resimlerini çekiyordu. Hava zaten çok soğuktu bir de denizin yanından yürümek daha da rüzgara sebep oluyordu. Doyoung telefonunu cevine attı ve soğuktan bembeyaz olan ellerini birbirine sürterek ısıtmaya çalıştı.

"Ellerin mi üşüdü?" dedi woo. "Evet, cebim de yok."

Woo ceplerini gösterdi, "Getir ellerini"

Doyoung utanmıştı, yanakları kızarmıştı ama o belli olmuyormuş gibi davranıyordu. Jungwoo, doyoung'un elini tutup cebine soktuğunda ikiside utanmıştı.

Okula yaklaşmışlardı. Doyoung biraz tedirgin olmuş olsa da elini bırakmıyordu. Bugün hava soğuk diye mimarlık-yazılım birleşim dersini büyük konferans sınıfında yapacaklardı. Bahçeye girdikleri gibi herkesin ona baktığını hissetmişti doyoung. Jungwoo anlamıştı tedirgin olduğunu. Kulağına fısıldadı,

"Eğer rahatsızsan elimi bırakabilirsin" dedi woo. Doyoung istemesede elini bıraktı. Herkesin dönüp onlara bakması jungwoo'ya da rahatsızlık vermedi değildi. Konferansa girdiklerinde doyoung sırasına eşyalarını bıraktı ve tuvalete girdi, jungwoo "seninle geleyim mi?" diye sormasına rağmen doyoung çoktan tek başına tuvalete kaçmıştı bile.

Tuvaletin ilersinde doyoung'u beklerken minnie gelmişti jungwoo'nun yanına. Doyoung tam tuvaletten çıkmış kapının orda duruyordu. Minnie, jungwoo'nun boynuna atlamıştı. "Dersi geçmişim!" dedi minnie sıkıca sarılırken.

Doyoung öylece onları izlerken jungwoo onun orda olduğunu görmüştü. "Minnie dur." dedi kollarını çekerken. "Sonra kutlarız bunu, şimdi olmaz" diyerek ayrıldı yanından. Minnie kırılmıştı. Yüzü düştü ve konferansa girdi, öylece kaynaşan insanların arasında oturuyordu figüran gibi.

Jungwoo kaçan doyoung'u bulmaya çalışıyordu. Her şeyi çok yanlış anlamıştı.

En sonunda koridorun sonunda acil çıkışın kapısında oturan doyoung'u gördü. "Doyoung dur!"

Doyoung tam acil çıkış kapısından çıkacakken durdu. Gözleri dolu dolu jungwoo'ya bakıyordu.

 letter to ur future self - dowoo, johntenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin