Dün akşam attığım bölüme 40 küsür yorum geldiyse, vallahi ben bölüm atarım arkadaşlar. Çok teşekkür ederim dün akşam beni yalnız bırakmadığınız için, bu bir alacak verecek meselesi değil elbette lakin sizlerden ne görürsem bin fazlasını verme gayretindeyim. Bölümü de buraya bırakayım, gün ortası ama olurda yorum yaparsanız beni yeniden mutlu ederseniz bir bakmışsınız yeniden bölüm atmışım.
Keyifle okuyun ve bol bol yorum yapmayı ihmal etmeyin.
🍂
"Ahsen?" diye seslendi Alparslan. Nefesini kulağıma üfleye üfleye hem de. "Biraz konuşabilir miyiz?"
"Neden?" dedim herkesin dikkatini çekmemek kaidesiyle sessizce. "Dağ ayıları konuşmayı biliyor mu?"
"Off," diye üfledi ama kulağım çınladı resmen. Yan yana sandalyede oturuyorduk ve kulağıma doğru uzanıp konuşuyordu. "O dağ ayısı daha neler biliyor neler..."
"Uyguluyor mu peki, bildiklerini?"
"Göstereyim istersen?"
Biz ne konuşuyorduk Allah aşkına. Dudaklarımı ısırıp gülmemeye çalıştım ama onunda sessiz kıkırtılarını duyunca kendimi çok zor tuttum. Ahmet hoca gidince yine çay faslına dönmüştü bizimkiler. Hiçte kalkmaya niyetleri yoktu.
"Ne konuşacaksın?" dedim merak ettiğimden. Yine ona kanıyordum işte. Dudaklarının iki kenara kıvrılmasının sebebi ağına düştüğüm içindi.
"Gel," dedi gözüyle kapıyı işaret ederek. "Benim odaya çıkalım."
Az önce dini nikahımız kıyılmıştı. Şimdi ikimizi aynı odada görseler kim bilir neler düşünürlerdi. Ayıp olurdu bir kere.
"Burada söyle," dedim dinletemedim. Yavaşça ayağa kalkmasıyla odadan kaçması bir oldu. Bende sanki tüm gözler bana dönmüş gibi tedirgince biraz oturdum. Sonra dayanamadım bende peşinden kaçtım.
Odaya girdiğimde bir ayağını diğerinin üzerine atıp duvara yaslanmış suratındaki geniş gülümsemeyle bana baktığını gördüm. Biliyordu hulk, peşinden geleceğimi biliyordu.
"Ne var?" dedim onu azarlarcasına. "Ne diye çağırdın beni buraya?" İşaret parmağım havalandı yukarıya doğru. "Ne öyle gevrek gevrek gülüyorsun hulk bozuntusu?!"
Alparslan kahkaha atınca içimden geçenleri de söylediğimi fark ettim.
"Hulk mu?" dedi kahkaha atmaya devam ederken. Yanıyordu, yüzüm resmen alev alev yanıyordu. "Ahsen neler geçiyor o kafanın içinden senin?" Gülmeye dayanamıyormuş gibi arkasında kalan camı açarak temiz havayı soludu sakinleşmeye çalışırken. Hiç etkili olmuyordu zira daha çok gülüyordu. "Hiç kullanılmamış, pırıl pırıl..."
"Bana bak," dedim üzerine doğru büyük büyük adımlar atmaya başladığımda. "Sen senin gaflarını yüzüne vurmuyorum diye elim boş sanma, dökersem ortaya utanan sen olursun." Sonuçta Emine bana anlatmıştı, kabul ederse gelininiz etmezse sevdalım demiş, kim bilir daha da neler demiştir. Gözlerinin arasında gittim geldim konuşurken. "Neden çağırdığını söyle, gideyim... Yanlış anlayacaklar diyorum sana."
Neşeli tavrı yok olmadı ancak epey düştü. "Kim neyi yanlış anlayacak Ahsen?" dedi sırtını cama yaslayıp. "Herkes aşağıdayken burada... Tövbe tövbe." Az önce yanaklarım alev alevdi diyordum ya, hiç öyle değilmiş meğer. Eğer o alevse bu komple yanardağın yüzüme patlaması gibi bir şey olabilirdi. Dudaklarım bile titredi utancımdan. Bir de tövbe tövbe deyip kafasını başka yöne çevirince boynundaki zincirle şişkin şah damarının ahenk içinde olduğunu gördüm. Bu bile fazla erkeksi duruyordu onda. Dilim damağım kuruyunca yutkundum ama yutkun yutkun geçmedi boğazımdaki yumru. "Bizi de rahatsız etmeye gelmez ayrıca kimse," dedi yeniden bana döndüğünde. Bende ne gördüyse artık dudağının kenarı kıvrıldı yukarıya doğru. "Nasıl da kızarmışsın hemen. Tamam ya, utanma. Demedim bir şey. E ama sende Ahsen yanlış anlayacaklar diyip durunca, zaten doğru olur o. Kızarıyor," dedi yüzünü yüzüme yaklaştırıp. "Bu kadar hızlı reaksiyon alacağımı tahmin etmemiştim. Gerçekten utanıyorsun!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SARMAŞIK
General Fiction"Bütün çatılar tepemize yıkılabilir, hiç sorun değil. Sen; kendi başına benim dayalı döşeli evimsin."