okumadan evvel buraya kalpleri alayım.
Öncelikle herkes hoş geldi. Keyifli okumalar diliyorum. Yorum yaparsanız sevinirim, biliyorsunuz tatmin olmadığımda keyif almadığım işleri sevmiyorum. Eğer yorumsuz kalır sıkılırsam bireysel olarak yazar kitap kokusuyla sunulana kadar kendime saklarım.
Hepimize hayırlı olsun. eller yoruma, bende çay eşliğinde yorumlarımı okumaya.
GİRİŞ
İnsan âşık olduğundan mı aptallaşıyordu yoksa aptal olduğu için mi âşık olduğunu sanıyordu.
İnsanlar ayrılık diye bir söz uydurmuş, oysa ayrılık diye bir şey yoktu. Özlem olduğu sürece, hasret olduğu sürece, sevda olduğu sürece ayrılanlar hala birlikte yaşamıyor muydu? Bazı ayrılıklar hazin bir büyüme yüklüyordu, kanatsız uçuran, solungaçsız yüzdüren bu umut, insanı en olmayacak hayallere baş rol yapıyordu.
Tüm hayatı lüksün, şatafatın, süksenin, yalanın, yapaylığın, sahtekarlığın ve yalanın içinde geçerken, onlar gibi görünüp onlar gibi olmamak için savaş verirken, oyunlarla, kendi olmamakla, özgürce konuşup hareket edememekle sınırlanırken, bazen çocukluğuna boyun büküyordu. Yüzündeki masumluk, zekasındaki keskinlik, farkındalığındaki inatçılık onu herkesten başka ama herkesle aynı oyunun bir parçası kılıyordu. Kalbindeki saflık bir ton kömür arasındaki kırık cam parçası kadar küçük ve parlaktı, onun içinde saklanan özlemi kimse görmüyordu. Kimsenin görmediği, güneşin ışınlarına kafa tutan şeffaflığıyla göze batmıyor, değerli olmuyordu.
Gülüşleri çok nadir ulaşırdı su damlası gözlerine, dudaklarının kenarına mahcup bir yaramazlık saklanırdı. Yaşını büyüten yıllar haylazlığına henüz dokunamamıştı. Biraz kadınsı, biraz çocuksu, biraz da hüzün kokan bir yalnızlığı vardı. Görünmezdi, kimsenin gözüne batmaz, kimsenin yoluna çıkmaz, kimsenin sözüne karışmaz, kimsenin yanında kelimeleri sese bürünmezdi. Dikkat çekmezdi, çekmemek için elinden gelen en zeki hamleleri yaparak kendini bu küf kokan zihniyetten, çocukluğu katleden erkeklerden, onuruna saygısı olmayan adetlerden soyutlardı. On beşinde taktime çıkmaya mecbur bırakılan kızlara inat hala sosyeteye sunulmamanın huzurunu yaşamaktaydı.
Her şeyin sebebi bir yağmur damlası olabilir miydi? Tek bir yağmur damlası. Sokak arasında yüzüne vuran, hüznünün yıkayan, umuduna yükselen kayaların ardından ruhuna sinen ilk yağmur damlasını hissetmesi ve çocuksu kişiliğini dizginlemeyerek kendini caddenin ortasına atması, herkes bir köşeye sinmek için koştururken onun yüzünde haylaz bir gülüşle kollarını açarak yağmurun damlalarına kafa tutmasıydı. Birkaç damla suyun keyfini çıkarmasıydı... Ve o sevinci yaşarken ofisinin camından dikkatle onu izleyen bir çift mavinin özgürlüğüne göz koymasıydı. Yüzünde güneşin mabedi kurulmuştu, sarı buklelerine güneşin pırlantaları düşmüştü, beyaz teninde daha önce görmediği bir şeffaflık, haylaz dudaklarında nefesini kesen huzur vardı. Sadece bakarak günleri doldurmak, yemeden içmeden tok hissetmek gibiydi. Birkaç dakika süren bu ilahi süreci uzatmak, hiç bitmesin diye yağmur duasına çıkmaktı. Bir çift mavinin kaderine göz diktiği kızın dadısının bu huzura son vermesiyle sonun başı yazılmıştı.
"Öyle iğrenç bir hastalıkmış ki bu, daha dokuz yaşındayken dadıları yaralarından kurtlar temizliyormuş. Sulu, çirkin, kimsenin midesinin kaldıramayacağı kadar iğrenç bir halde ortada geziyormuş. Dadıları bile ölmesi için dua ediyormuş. Yüzündeki yaralar kadar çirkinmiş kalbi üstelik, ona şeytan çocuk diyorlarmış."
"Evet annemler konuşurken duydum, henüz ergenliğe girdiğinde yüzü öyle iğrenç bir hale gelmiş ki, bir maske ile kendini saklamak durumunda kalmış. Onu en son kim görmüş artık kimde bilmiyormuş, çocukluğundan beri yüzünü saklayan bir maske varmış. Bazen maskesini takmadan evvel biri onu görüyor, gördüğü an korkudan bayılıp kalmıyormuş."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇİRKİNİN AY IŞIĞI
Historical Fiction"O... O karanlıklar Lordu denilen adam hakkında anlatılanlar..." dedi genç kız bayılacak gibi duran bedenini dik tutmaya çalışarak. "Bir canavarla evlenmeme izin mi vereceksiniz efendim?" "Bunu yapmak durumundayım..." "Ben sizin kızınızım!" "O zaman...