sarah kang, once in a moon
"Baba!"
Jihan'ın sesi salondan geliyordu, elimdeki pasta kremasını kenara koyarak onun yanına ilerledim. Jihoon koltukta uyuyakalmıştı, küçük sarı battaniyesini üzerine örttüm. "Efendim meleğim?" diye sordum Jihan'a, elinde tuttuğu şekerleme kavanozu ile bana bakıyordu. "Ben bebek kardeş istiyorum." Kavanozu elinden aldım, içinden aldığı bir şekeri bana uzatarak açmamı bekledi. "Bir tane yiyelim olur mu? Sizin için pasta yapıyorum, çok güzel olacak." dedim, başını salladı ve beklemeye başladı. "Bebek kardeşim olacak mı?" diye sordu ben sessiz kaldığımda, derin bir nefes alıp verdim. Şekeri ona uzattım, minik parmaklarıyla alarak ağzına attı.
Bir çocuk daha istiyor muydum, bilmiyordum. Jihoon ve Jihan benim için yeterliydi. Onları, küçük ailemizi seviyordum. Taehyung ile ailemizi büyütmek hakkında hiç konuşmamıştık. "Bebeğim, siz varsınız. Jihoon var." dedim, cevabımın hoşuna gitmediği belliydi. Şeker bir yanağının kenarında durmuş, orayı tombullaştırmıştı. Yanağını öptüm. "Ama Jihoon bebek değil." dedi dudak büzerek, Jihoon ve Jihan henüz tamamen iyi değillerdi. Jihoon bazen geceleri ağlıyor, kollarımıza sığınıyordu. Onlara yeterli, mutlu bir hayat sunamıyor olduğumu düşünmek beni üzüyordu. "Ben bebek kardeş istiyorum." dedi Jihan, arkasını döndü ve koltuğa oturarak çizgi film izlemeye koyuldu. Bebek kardeş istemek nereden çıkmıştı?
Pastaya geri dönmüş olsam da aklım Jihan'ın söylediklerinde kalmıştı. Bir çocuğum daha olmasını istediğimi o ana kadar fark etmemiştim. Ailemizin büyümesi, yeni bir bebek güzel olabilirdi. Kanada'daki günlerimizi özlüyordum. Onların büyümesini izlemek hoşumuza gidiyordu. İlk adımlarını atarak kollarımıza geldiklerindeki mutluluk, dişlerini çıkaracakları zaman yaşadıkları huzursuzluk bile güzel geliyordu insanın gözüne. Pastanın son şeklini verdikten sonra soğuması için dolaba koydum. Salona döndüğümde Jihan da koltukta uyuyakalmıştı. Taehyung'u işe göndermek için erken kalkmış olmaları onları yormuştu.
Tek kişilik koltuğa oturdum ve onları izlemeye başladım. Benzerlikleri gün geçtikçe değişiyordu, bizden aldıkları özellikler kendilerini göstermeye başlıyordu. Bu konuda konuşmak ve düşünmek bizim için yasaklı konuydu ama elimde değildi, benzerlikler ortadaydı. Jihan diğer yana döndü, kolları arasına aldığı Pooh ile sarıldı. Pooh'u Taehyung'a benzetiyor olduğu için onunla uyumayı seviyordu. Jihoon'un ise Jimin'in onun için aldığı sarı battaniyesi vardı, ucuna küçük bit tavşan ve ayı deseni işlenmişti. Taehyung ve ben. Onu özlemiştim. Bir insan nasıl oluyordu da her gün gördüğü birine karşı deli bir özlem duyabiliyordu? Her an yanımda istiyordum onu.
Taehyung bu akşam gelirken pizza alacağını söylediği için yemek yapmayacaktım, ev temiz ve topluydu. Çalışma odasına döndüm, skeç defterimi aldım ve birkaç tane kurşun kalemimi aldım. Salondaki koltuğuma geri döndüm. Boş sayfalardan birini açarak ilk Jihan'ı çizmeye başladım. Onları çizmeyi seviyordum. Fotoğraf karelerine sıkıştırdığımız anlar dışında kendimin dondurduğu bu anları da seviyordum. Kaç defter bitirmiştim onları çizdiğim? Taehyung için beş defterim olduğunu biliyordum. Birçoğunda uyuyor ya da bilgisayar başında kemik gözlükleriyle toplantı yapıyor oluyordu. Sınıf ortamında olan çizimler de vardı. Liseden beri her bulduğum fırsatı değerlendirmiş, onu çizmiştim.