the paper kites, bloom*
Evin içinden yükselen müzik sesi beni mutlu ediyordu. Jihan ve Jihoon kutulara kendi oyuncaklarını yerleştiriyor, arada dans ediyor, Taehyung birinin elini tutarak kendi etrafında dönmesini sağlıyordu. "Baba, Kanada'daki evimiz duruyor, değil mi?" diye sordu Jihan, komşumuz Bay O'Neill'i aramış ve bizim için evi temizletmesini istemiştik. Hafta sonu Busan'a gidecek, ailem ile vakit geçirecektik. Hafta içi Kanada'ya uçağımız kalkacaktı. Hızlı geçen günlere yetişmek iki çocuk ile zordu ama Namjoon hyung ve Jimin her boş buldukları zamanı evimizde geçiriyor, eşyalarımızı toparlamamız konusunda bize yardımcı oluyorlardı. En yakın arkadaşlarımız olarak hemen yanıbaşımızda olmaları güven veriyordu.
Birkaç ay yaşamaya çabaladığımız Kore eski tiksinti dolu duygularımı alevlendirmişti. Taehyung ile üniversite zamanlarımızda ülkeyi terk ederken duyduğum o hisler seneler sonra yeniden belirmişti. Tiksiniyordum. Anlayışsız insanların varlığından, hastalıklı davranışlarından, beş yaşlarındaki çocuklarımdan bile uzak durmalarına neden olan o iğrenç düşüncelerinden nefret ediyordum. Jihan tişörtümü çekiştirerek dikkatimi ona vermemi sağladı. "Baba, hazırlanalım." dedi, biraz sonra güzel bir aile fotoğrafı çektirmek için Jimin'in arkadaşlarından biri olan Kim Seokjin ile buluşacaktık. Jihan açık pembe renkteki elbisesini giymek istemişti. Taehyung saçlarının arasına minik ince örgüler yaparken ben de Jihoon'un açık bej rengi gömleğini giydiriyordum. "Kanada'daki evimizi özledim. Arthur ve Joe da benimle oyun oynmayı özlemişler." dedi Jihoon, dün akşam arkadaşlarıyla bir saat görüntülü konuşmuşlardı.
Çocuklar salondaki koltuklarda oturmuş bizim hazırlanmamızı beklerken üzerime beyaz gömleğimi giyiyordum. "Jungkook." dedi Taehyung, beyaz gömleğinin yakasındaki fırfır detayları çok güzel duruyordu. "Taehyung, çok güzelsin." diye mırıldandım. Kollarım beline dolandı. "Senin kadar güzel olamam sevgilim." dedi, dudaklarıma minik bir öpücük bıraktı. Altına koyu renk kumaş pantolon giydi, gömleğinin eteklerini içine soktu. On dokuzcu yüzyılın içinden kaçıp gelmiş bir genç gibi duruyordu. "Taehyung, bana sarıl." dedim, bir kez daha kolları bana sarıldı ve kokumu içine çekti. "Aşığım sana minik bebeğim." dedi, dudakları bu kez boynuma değdi.
Odadan çıktıklarında Jihoon kendini tamamen elinde tutuyor olduğu bloklara odaklamıştı. "Çocuklar, gidiyoruz." dedi Taehyung, Jihan'ın saçlarındaki kurdeleleri düzeltti. Ben de Jihoon'un kaymış papyonuna el attım. Arka koltukta bulunan çocuk koltuklarına onları oturttuk, ben kemerlerini bağlarken Taehyung da elinden geldiğince onları sabit tutmaya çabalıyordu. Büyüdükçe oto koltuğundan, onları bir nebze kısıtlayan kemerlerden hoşlanmadıklarını daha net belli ediyorlardı. "Bebeğim, bunlar sizi koruyor. Biraz daha büyüdüğünüzde ve normal koltukta oturduğunuzda bile emniyet kemeri takmanız gerekecek." diye açıkladı Taehyung, her arabaya binişimizde kelimeleri tekrar ediyordu. Taehyung'un en hassas olduğu konulardan biriydi.