SİL BAŞTAN

11K 778 291
                                    

Hepimiz öleceğimizi biliriz ama öldürüleceğimiz aklımıza gelmez.

~Zülfü Livaneli

♪(BERGEN - Sen Affetsen Ben Affetmem)♪

Papatyalarla dolu bir yol... Ve ben bir ağacın gölgesinde babamın kucağında uzanıyorum. Beş, bilemedin altı yaşındayım. Elimde rengarenk bir rüzgar gülü... Ve ben usul usul üflüyorum dönsün diye. Babam bir elinde kitabını okurken diğer eliyle de saçlarımı okşuyor yavaş yavaş. 

"Baba benim bacağıma n'olmuş?" diyorum pembe elbisemin açıkta bıraktığı sol bacağıma bakarken. Koca bir kızarıklık var dizimden aşağıya kadar olan bölgede. Sanki annemin rujunu almışım da bacağıma sürmüşüm gibi. Biraz da canımı yakıyor bu kızarıklık. 

"Uf olmuş bacağın minik kelebeğim." diyor babam kafasını kitabından kaldırmadan. Gözlerim doluyor hemen. Uf olan yerler acırdı değil mi? Acıyordu. Uf olmuştu işte. Neden uf olmuştu bu şimdi?

"Sen öpünce geçiyor uf olan yerler. Yine öp baba. Yine geçsin." diyorum dolu gözlerle babama bakarken. Küçük bir tebessümle başını kitaptan kaldırıyor babam. Yeşil harelerinde umut tohumları varken bana bakıyor. Sözlerini tartıyor sanki içinde. Söyleyeceği şeyin o dakika anlıyorum canımı yakacağını.

"Bazı yaralar vardır Belinay." diyor önce ve bakışları uzaklara dalıyor. "Öpünce de geçmeyen..." 

O dakika gözyaşlarım süzülüyor gözlerimden. Geçmeyecek miydi bu uf olan yer? O zaman canım çok yanardı ki benim. Öpünce de geçmeyen yara mı olurmuş hiç? 

"Öp baba. Geçer o." diyorum inatla. Gülümsüyor babam. Eğilip öpüyor dizimden. Bir kere değil. Çok kere öpüyor beni babam. Elimin tersiyle gözyaşlarımı silerken babama bakıyorum. Sonra başını kaldırıp gözlerime bakıyor. "Geçti mi?" diye soruyor gülümseyerek. Başımı aşağı yukarı sallıyorum geçti dermiş gibi. Ama geçmiyor aslında. O an anlıyorum babamın demek istediğini.

Haklısın baba, bazı yaralar öpünce de geçmiyor.

Yalan söylüyorum geçti diyerek. Hala acıyor canım. Hala o kızarıklık orda. Hala içim buruk ve parçalı bulutlu. 

Sonra birden babam kayboluyor gözlerimin önünden. Hava kararıyor. Üzerimde beyaz bir elbise varken ben karanlık ormanın ortasında endişeyle bir sağa bir de sola bakıyorum. Koca ormanda neden tek başımayım? Tüm bu korkunç seslerin içinde ne halt ediyorum?

"Gel." diyor tok bir ses. Sanki kulağımın hemen yanında fısıldıyor sesi. "Bak ben burdayım, bize geri gel." diyor bu kez. Beyaz bir silüet görüyorum karanlıkta. Gecenin karanlığında parıldayan yeşil gözleri... Gülümsüyorum ve adını fısıldıyor dudaklarım.

"Ali..." 

Ona doğru bir adım atıyorum. Fakat bacağım öyle acıyor ki adım atar atmaz yere kapaklanıyorum. Gözlerim doluyor yine. Elbiseyi yukarı sıyırıp acıyan yere bakıyorum. Yine aynı bacağım ve yine koca bir kızarıklık. Adar'a kayıyor bakışlarım. Gelmeye çalışıyor bana ama görünmez bir duvar var sanki önünde. Gelemiyor. 

"Büyüdüm ben, neden geçmedi bu yara?" diyorum ağlamama ramak kala. Direnmeyi bırakıp öylece bakıyor bana Adar. Sol gözünden tek damla yaş yanağından aşağıya doğru süzülürken fısıldıyor bana derinden. 

"Bazı yaralar büyüdükçe de geçmez kelebeğim." 

Yine ağlamaya başlıyorum. Yaralara lanet okuyorum art arda. Öpünce de geçmiyordu bunlar büyüyünce de. Ne zaman geçecekti peki? 

BERZAHHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin