Bende Eddie gibi bir anda 'Ne?' diye bağırmamak için sağ elimi ağzıma sıkıca bastırarak sakinleşmek için kendime bir süre zaman tanıdım. Bu sırada Eddie bir şeyler söylüyordu ama dediklerine odaklanamıyordum.
"Hey, hey! Orada mısın?" diye sesini yükselttiğinde irkilmiştim.
"Sen aklını mı kaçırdın?" diye sessizce bağırdım telefona doğru. Bir insan nasıl sessizce bağırırdı bilmiyordum ama ben bağırmıştım.
"Etrafına bak Ash. Orada herhangi bir pencere var mı?" diye sorduğunde eğildiğim yerden kalkarak gözlerimi hemen arkamda kalan duvara, oradan da ince ve uzun pencereye çevirdim.
"Var." dedim ve küçük adımlarla pencereye yaklaştım. "Yalnızca bir pencere var." Elimi cama yaslayarak gözlerimi büyüleyici orman manzarasında gezdirdim. Saatler henüz öğle on ikiyi vurmamıştı fakat en az gece kadar karanlıktı.
Bunu gri bulutlara borçluyduk.
"Açılabiliyor mu?" diye sordu bu kez, gözlerimi pencerede gezdirdim fakat açılmasını sağlayan bir şey yoktu.
"Hayır," dedim hızlıca. "Yok."
"O hâlde camı kırman gerekecek." dedi Eddie sesinde belli belirsiz sezilen keyifli bir tonlamayla.
"Ne?" diye şaşkınlıkla sesimi yükselttiğimde gözlerim telaşla büyüdü ve bir elimi hızlıca ağzıma bastırarak koridor girişine ihtiyatla baktım. "Ne diyorsun sen, Eddie? Aklını mı kaçırdın sen?!"
"Bunu yapman gerekiyor yoksa oradan çıkamazsın." dedi. Daha yeni fark ediyordum fakat konuşurken telefondan araba, korna ve insan sesleri geliyordu. Muhtemelen dışarıda olmalıydı fakat dikkat ettiğim bir şey vardı ki, o da koşuyor olduğuydu.
"Bir dakika," dedim kaşlarımı çatarak. "Sen koşuyor musun?"
"Ah, evet, hatta-" Koşmayı bırakmış olmalıydı, derin nefesler aldı. "Yaşam Vakfı'nın hemen önündeyim."
Gözlerim şaşkınlıkla açıldığından hızlıca pencereye yaklaşarak bir elimi cama yasladım ve gözlerimi onlarca kat aşağıdaki alanda gezdirdim. Kimi kandırıyordum, onu buradan göremezdim çünkü pencereden görebildiğim kadarıyla bulunduğum yer, Yaşam Vakfı'nın arkası gibi bir yer oluyordu. Kısacası giriş alanı diğer taraftı.
"Şu an neredesin?" diye sordum oldukça kısık bir sesle.
"Binanın bahçesine girmedim, caddede duruyorum." diye yanıtladı beni.
"Ben o tarafta değilim. Binanın arka tarafına gitmen gerekiyor." dediğimde hareketlendiğini hissetmiştim. Kısa bir süre sonra onu görebildim fakat ben onlarca kat yükseklikte olduğum için o oldukça küçük görünüyordu.
Bu mesafeye rağmen bahçedeki kişinin Eddie olduğunu seçebilmeme şaşmamalı.
"Gördüm seni..." diye fısıldadım.
"Bende seni görüyorum!" dediğinde ilk başta kaşlarımı çattım. Ah, onun içinde bir simbiyot vardı, doğru ya. Beni oradan kolaylıkla görebiliyordu. "Bana kapsüllerin nasıl ve nerede olduklarını tarif edebilir misin?"
Pencerenin önünden ayrılarak metal masalara ilerledim. "İki metal masa yan yana ve her ikisinin üzerinde kapsüllerin içindeki simbiyotlar var. Ve... ve içimden bir ses bu masaların sıradan metal masalar olduğunu söylemiyor çünkü her ikisinden kablolar var, prize bağlılar."
Bir süre sessizlik yaşandı. "O kabloları prizden çek."
"Ne? Neden?" Neden olduğunu anlamasam da bir bildiği olduğunu düşünerek masaların arkasına geçip önlerinde diz çöktüm. Bu sırada Eddie'nin cevap vermesini bekledim ama sustu. Bende oyalanmadan karmaşık kabloları prizden çektim ve "Tamamdır." dedim. "Çektim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fated | Eddie Brock
FanfictionCarlton Drake ve Riot öldükten sonra sorunların ortadan kalktığını düşünen Eddie, artık kişisel hayatına odaklanmak istediğinde kaderin zehirli ağları yolunu kapatmak adına ilk düğümlerini atmaya başlamıştı. Carlton Drake'in kötücül kardeşi Calvin D...