Büyük Roma Yangını

770 35 7
                                    

Büyük Roma Yangını… Yedi gece boyunca süren yangında Roma’nın üçte ikisi yandı. Halk bir suçlu aramaya başladı ve tüm başlar dönemin yöneticisi imparator Neron’u göstermeye başladı. Anlatılanlara göre şehri yerle bir etme arzusuyla dolu olan Neron, sarhoş taklidi yapan adamlarını şehri yakmaya göndermişti. Kendisi ise yangını Palatine Tepesi'ndeki sarayından şarkı söyleyerek ve lir çalarak seyretti. Yangın suçunu ise Hristiyan ve Yahudilerin üzerine atarak binlerce kişiyi katletti. Vatan haini ilan edilen Neron bir mağarada boğazını keserek intihar etti.

Aman Allah’ım! Bu kılıkları belirsiz adamlar Henry Cavill’ı kaçırmışlardı! Bunu fark etmemle korkunun yanında dehşetin de zihnimi ele geçirmesi daha kolay olmuştu

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Aman Allah’ım! Bu kılıkları belirsiz adamlar Henry Cavill’ı kaçırmışlardı! Bunu fark etmemle korkunun yanında dehşetin de zihnimi ele geçirmesi daha kolay olmuştu. Dünyaca ünlü aktör Roma’nın arka sokaklarında bu adamların ellerine nasıl düşebilmişti? Dünya basınında yankı uyandıran bu adam kim bilir neler sonucunda buradaydı? Aklımda canlanan sahnelerle gözlerim korkuyla olabildiğince çok açıldı. Vücudumdaki adrenalin ve stres seviyesinin gittikçe arttığını göğsümden çıkacakmış gibi atan kalbimden hissediyordum. Beni buraya kadar sürükleyen adam Henry Cavill’ın gelişi ile kalın kollarını üzerimden çekti ve o da diğerleri gibi ellerini önünde kavuşturdu. Şimdi hepsi tek bir elden çıkmış birer biblo gibi saygıyla tek pozisyonda başları öne eğik bekliyordu. Bu kabadayıların elinden kaçmalıydım ama tek başıma yapamazdım.  Ayrıca aktörü de burada bırakıp gidemezdim. Hızla ona döndüm:

-‘’You have to run! You gotta call the police!’’ (Kaçmalısın. Polisi araman gerek!)

Korkudan kurumuş ağzım ve yüksek stres altında çalışmayı durdurmuş beynimle sadece bunları söyleyebilmiş olmam bile büyük bir mucizeydi. Önemli olan Roma polisine haber vermekti. İri vücuduyla bu adamlardan kaçmayı başaran aktör bunu kolaylıkla halledebilirdi. Sonrasında şehirlerinin böyle bir magazin fiyaskosuna karışmasını isteyemeyen bakanlık bile işin içine girebilirdi.
Saniyeler içerisinde kurtuluşumu genel hatlarıyla planlamış olmama rağmen önümde duran aktör olayın ciddiyetini kavrayamamıştı. Yüzüme soğuk bakışlarla bakmayı sürdürüyordu. Hareketsiz kalışı sinirlerimin bozulmasına neden oldu. Hırsla bağırdım:

-‘’HADİ! Ne bekliyorsun?’’

Henry yavaşça başını sağ omzuna doğru hareket ettirdi. Uyuşukluğu ve durumu hala anlamıyor oluşunun bizi öldürebileceği fikri soğuk bir yel gibi içimden geçti. Ölmek istemiyordum. Yaşamaya ihtiyacım vardı. Hayallerim vardı en önemlisi. Sadece başını oynatan aktör sakin ve boğuk bir sesle ilk defa konuştu:

-‘’ What should I say to the police?’’ ( Polise ne demeliyim?)

-‘’  SAY WE’VE BEEN KIDNAPPED ! (KAÇIRILDIĞIMIZI SÖYLE!)

Onun sakin ve yumuşak İngiliz aksanının üzerine bağırışım bu dar çıkmazın duvarlarında yankılanmıştı. Olayları anlamıyor değildi. Üzerinde başka türden bir sakinlik ve soğukkanlılık vardı ve bu titremesi iyice hızlanmış bedenimi artık kontrol edemememe neden oluyordu.

Bağırışım sanki ona hiç geçmemişti fakat yanımdaki az önce beni hırsla sürükleyen adam aktöre endişeli olduğuna yemin edebileceğim ufak bir bakış atarak tekrar gözlerini bana çevirdi. Tedirgin bir hali vardı artık. Anlayamıyordum. Saniyeler geçti. Yanımızdaki adamlara baktım sırayla. Hiçbir adamın ona el sürmüyordu. Sanki düşünmek için bile emir bekliyor gibilerdi. Tekrar ona döndüm ve Henry Cavill’a bakmayı sürdürdüm. Geldiğinden beri etrafına asla bakmadan sadece benim gözlerime odaklanmış biçimde gözlerini dahi kırpmadan gözbebeklerimin içine bakıyordu. Düşünmüyor gibiydi. Aksine boşluğa bakıyor gibi dikmişti gözlerini üzerime. Mavi gözlerinden gelen bakışların beni germeye başladığını hissettim. Yüzündeki hiçbir kası hareket ettirmiyormuş gibi tekrar konuştu:

-‘’ Are we?’’ ( Öyle miyiz?)

-‘’ WHAT THE FU…’’

Sinirle aktöre doğru atılırken yanı başımda duran adam hızla beni tekrar duvara doğru itti. İkinci bir sarsılmayla artık iyice midem bulanmaya başlamıştı ama beni korkutan şey adamın sert tavırları olmaktan çıkmıştı. Bu adamlar az önce Henry Cavill’ı korumuştu! Korkuyla gözlerimi ona çevirdim. Yerinden kıpırdamamış, gözlerini kırpmamıştı bile. Ceplerine soktuğu elleri, hafif sağa eğilmiş kafası aynı şekilde sanki taştan yapılmış bir put gibi duruyordu. Tek bir farkla… Artık alayla bakıyordu.

Koca gövdesini neredeyse çok az hareket ettirerek beni duvara yapıştırmış adama ve korku dolu gözlerle ona bakan bana doğru birkaç adım attı. Sesi gibi sakin bir şekilde sağ eliyle adamın hala elinde tuttuğu fotoğraf makinemi aldı. Böyle bir durumda olmasak kırmaktan korkuyormuş gibi görülebilecek yumuşak parmak hareketleriyle güç tuşunu çevirdi. Uzaktan görünen birkaç araba ve mafya kılıklı adam dışında hiçbir şey çekmemiş rağmen gerginliğim arttı. Artık çenem de titremeye ve dişlerim hafiften birbirlerine çarpmaya başlamıştı. Neyden korktuğumdan emin değildim. Neredeyse hiçbir şey söylememiş ve neredeyse hiç hareket etmemiş olmasına rağmen etrafımızdaki her biri en az onun kadar iri adamlardan daha çok korkutuyordu beni. Bakışlarında başka bir soğukluk vardı. Birkaç saniye ekranlarda hiç de böyle görünmediğini düşünsem de şu an buna kafa yoramayacak durumdaydım çünkü biçimli yüzündeki kasları gittikçe kasılmaya başlamış gibiydi. Belirgin mimikler oynatmasa bile etrafına soğuk bir gerilim yaymayı başarıyordu. Gözlerim makinemin ekranına doğru kaydı. Az önceki çektiğim fotoğraflara kısa süreli bakan Cavill şimdi Aziz Petrus Kilisesinde çekilmiş bir fotoğrafa dikkatle bakıyordu. İki koridordan hangisinde çektiğimi hatırlayamadığım bol turistli basit bir fotoğraftı bu.  Ekranın sağ üst köşesinden fotoğrafı büyüttüğünü görür gibi oldum. Gözlerim yavaşça yüzüne doğru gitti. Sinirlenmişti. Sağ çenesinin seğirmesinden bu duygu durumu açıkça belli oluyordu. Aniden fotoğrafa bakmayı bıraktı. Benim varlığımı unutmuş gibiydi. Hızlı ve sert bir hareketle makinemi yerde dizlerinin üstünde, iki kollarından asılmış gibi tutulan ve yüzündeki kanların neredeyse kurumaya ve bordo bir renk almaya başlayan adamın olduğu tarafa doğru fırlattı:

-‘’HEY!!’’

Küçük bir çığlıkla öne doğru atılmamla birlikte etrafımın karanlığa gömülmesi eş zamanlı gerçekleşmişti. Kafama geçirildiğini hissettiğim pis kokulu bir kumaş parçası hızlanmış nefes alışverişlerimi zorlaştırırken duyduğum emir cümlesi başımı döndürdü:

-‘’ Burn both’’ (İkisini de yakın)

GRİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin