Antik Roma Esareti

593 31 13
                                    

Antik Dönemlerde korsan ve haydutlar insanları kaçırma konusunda o kadar fütursuzlardı ki kim ve ne olduklarına bakmadan herkesi kaçırıyor, satıyor veya yüklüce fidye istiyorlardı. Bunlardan birisi de Genç Iulius Caesar'dı(Jül Sezar). MÖ 76'da Rhodos'a hitabet eğitimi için giden lulius Caesar korsanlar tarafından kaçırılmıştı ve korsanlara kendisini serbest bırakmalarını, aksi halde onları çarmıha gerdireceğini söylemişti. Onu kaçırınlar Sezar'a inanmamış ve dalga geçmişlerdi bunun üzerine fidyesi ödenip serbest kalan Caesar, kendisinin sözlerine gülmüş olan korsanları, Miletos'tan hazırlattığı gemilerle yakalamış; onlara verdiği sözü tutarak, hepsini çarmıha gerdirip öldürmüştür.

 Onu kaçırınlar Sezar'a inanmamış ve dalga geçmişlerdi bunun üzerine fidyesi ödenip serbest kalan Caesar, kendisinin sözlerine gülmüş olan korsanları, Miletos'tan hazırlattığı gemilerle yakalamış; onlara verdiği sözü tutarak, hepsini çarmıha gerdi...

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Sonraki yarım saatim beni bırakmaları için yanımdaki adamlara bağırmak ve çırpınmakla geçmişti fakat bulunduğum şu durumda anladığım bir şey vardı ki ne kadar çok çırpınırsam ve ne kadar çok karşım koyarsam canım o kadar çok yanıyordu ve ben artık yorulmuştum.
Depodan çıkarıldıktan sonra bu küçük yerin bağlı bulunduğu evin bahçesinden tekrar yürüyerek göz alıcı büyüklükteki ormanın karşısına yapılmış malikaneye sokularak ikinci kattaki bir odaya kilitlendim. Depodan ilerledikçe her şey daha göze hitap hale geliyor; geniş bir bahçe, temiz ve büyük bir havuz ve bej-gri tonlarında üç katlı olduğunu sandığım koca bir ev ortaya çıkıyordu. Tek farkla: Dışarıdan nezih ve modern görünen bu mekanın içinde bir tutsak vardı.
Odaya girdiğim gibi etrafımı incelemeye başladım. Buradan kaçamayacağımı biliyordum, buna emindim ama eğer ümidimi kaybedersem ve kendimi bırakıp düşünmeye başlarsam kafayı yerdim. Kendimi, zihnimi güçlü tutmalıydım. Zihni güçlü bir bedenin her şeye başarabileceğine inandırmaya çalıştım kendimi. Bir şeylere tutunmak ve devam etmek zorundaydım fakat etrafımda beni kaçmaya veya kendimi korumaya ikna edebilecek hiçbir şey bulamıyordum.
Evin olağanüstü döşendiğine bu odaya sokulmadan şahit olmuş biri olarak odada gördüğüm şeyler temiz çarşaflı bir yatak, geniş çekmeceli üç katlı bir şifonyer, yerde ince bir kilim ve duvardaki sade bir fütüristik tablodan ibaretti. Tüm bunların üzerine burnumun ucu sızlamaya başladığını hissettim. Ağlayacaktım. Derin bir nefes aldım ve dişlerimi iyice sıktım. Kendimi bir müddet sonra sakinleştirebildiğimde yatağın başındaki cama doğru ilerledim. Malikanenin tüm bahçesini görebilen bir konumdaydı ve ben -haliyle- her korumayı bir kez daha görerek iyice umudumu kaybediyordum. Derin bir nefes alıp vererek ellerimle destek aldığım camdan başımı bitkinlikle eğdim ve o an birinci katın, pencerenin hemen altında konumlanan çatısını gördüm. Çarşaflar, çatı...
Başımı gökyüzüne kaldırdım neredeyse hava kararacaktı. Kararan gökyüzüyle birlikte ailem aklıma gelir gibi olduysa da bu kısmı şimdilik düşünmek istemeyerek kafamdan uzaklaştırdım. Odaklanmak zorundaydım. Planımı yapmaya başladım. Öncelikle korumaları halletmeliydim.
Malikanenin demir sürgülü çıkışında üç tane ve evin bahçesinde nöbet tuttuğunu düşündüğüm üç tane adam vardı. Bunlar sadece görebildiklerim olsa da yine de şanslıydım.
Bahçedeki nöbetçi korumaları izlemeye başladım. Kolumdaki saate göre her 45 dakikada bir nöbetçiler kendi aralarında yer değiştiriyordu. Hava iyice kararmıştı. Bir sonraki değişime 10 dakika kala yatağın üzerindeki çarşafları hızla çıkardım ve birbirine bağladım. Yıllarca dizilerden ve filmlerden izlediğim bu numaranın işe yaraması için dua etmeye başladım. Çarşaf yeterince uzun değildi bu yüzden beni sadece çatıya indirse yetecekti, sonrasında atlamak zorundaydım. Nöbet değişimine beş dakika kala bir ucunu şifonyerin ayağına bağladığım çarşafı korumaların yukarıya bakmadığına emin olarak camdan sarkıttım ve derin bir nefes alıp bir bacağımı pencereden dışarı, çarşafa doladım ve hemen arkasından diğer ayağımı atarak olabildiğince az ses çıkartarak çatıya indim. Başarmıştımİçim bu sefer gerçek umutla dolmaya başlamıştı. Kalbim hızla atarken çatıdan aşağı doğru baktım. Tekrar derin bir nefes aldım ve bu sefer de pek de yüksek olmayan rahatlıkla atlayabileceğim çatıdan tüm cesaretimi toplayarak atladım. Kendimi yere çok sert ve ters vaziyette atmış olmalıydım ki sol ayağımın üzerine düştüm. Ağzımdan çıkan iniltili ses sonrasında bir süre bekledim. Kimsenin duymadığına emin olduktan sonra ayağa kalkmaya çalıştım fakat elbisemin altından görünen kanayan ve titreyen dizim işimi zorlaştırıyordu. Yoluma sağ ayağıma ağırlık vererek devam etmeye karar verdim ve sol ayağımı sürükleyerek bahçeyi saran çalıların arasından eğilerek arka kapıya doğru yürümeye başladım. Bahçenin ışıklandırmaları sayesinde yolumu bulabiliyordum. Kısa bir süre sonra arka çıkışa ulaşmıştım ve buradaki demir sürgülü kapı açıktı! Bunu sorun etmeden ve üzerinde fazla düşünmeden olabildiğince hızla kapıdan çıktım ve ilerlemeye başladım.

Kaçmıştım! Kendini mafya zanneden o kabadayı aktörün elinden kurtulmuştum şimdi ise tek yapmam gereken ailemi bulabilmekti bunu için de her yerde bol miktarda gördüğüm yerel Roma polislerinden birine gidecektim. Bunları planladığım sırada ana yola çıktım ve otostopla şehir merkezine ulaşabilmek için araba beklemeye başladım. Birkaç araçtan sonra siyah bir Mercedes önümde durdu. Hızla arabaya binerek sayılı İtalyanca kelimelerimle önce teşekkür edip sonra ısrarla polis demeye başladım. Birkaç kere aynı kelimeyi söyledikten sonra yüzüme bakmasa bile beni anlamış olacak ki yola koyulduk. İçim kıpır kıpır olmuştu. Başarmıştım. Kısa bir yoldan sonra adam yolun kıvrımından sağa döndü. Ana yoldan çıkan adama anlamsız bakışlar fırlatırken hızlanan adamın otobandan çıkarak ormana eş gittiğini fark etmemle gözlerim açıldı. Adam malikane yoluna girmişti. Bunu gecenin karanlığında çok geç fark etmiş olacağım ki araba çoktan az önce kendimi sakatlayarak kaçtığım evin önüne gelmişti. Şaşkınlıktan hiçbir ses çıkaramıyordum. Anlam veremiyordum. Duran arabanın oturduğum koltuğunun kapısı açıldı. Gördüğüm tanıdık yüz onundu. Karanlıkta parlayan mavi gözler, kirli sakal ve sert yüz hatları...
Kapımı açan Henry'di. Başını yine hafifçe sağa yatırarak alayla gülümsedi:

-''Tekrar hoş geldin güzelim. ''

Sesi kendinden emin ve aşağılayıcı çıkıyordu. Gözleri de sesiyle bir o kadar uyumlu halde alaylı ve aşağılayıcıydı. Tüm umutlarım ve sevincim beni terk ediyordu. Buna rağmen hala olan biteni anlayamamış boş gözlerimle ona bakmayı sürdürürken gözlerim doluyordu. O ise bu bekleyişten sıkılmış gibiydi:

-''İn arabadan.''

Cevap vermedim, hareket etmedim. Yüzüme gittikçe daha sert bakmaya başlayan Cavill koluyla açık araba kapısına yaslanarak korkmuş yüzüme doğru eğildi. Kokusu... Yine geliyordu bu eşsiz koku. Neydi bu notalar, niye bu kadar güzel kokuyordu bu Allah'ın cezası herif? Nefesi yüzüme değerek konuştu:

-'' İn şu lanet arabadan Leyla!''

İsmimi biliyordu. Hoş bir İngiliz aksanıyla fakat hiç de hoş olmayan bir tınıda söylemişti adımı.

-'' B-ben... Ben kaçmıştım.''

-''Demek ki ya zekana fazla güvenmişsin ya da beni fazla küçümsüyorsun. Şimdi in arabadan.''

Sinirle söylediği bu cümlelerden sonra hırsla sağ koluma yapıştı ve beni hiç de küçümsenmeyecek bir kuvvetle arabadan çekti. Giriş kapısından sürüklenirken artık ağlıyordum. Tüm gün içimde tuttuğum gözyaşlarım ve hıçkırıklarım bir yığın gibi içimden çıkıyordu. Mutluluğum yarıda kalmış, inancımı yitirmiştim ayrıca aşağılanmıştım ve Henry canımı fazlasıyla acıtıyordu. Kolumun moraracağına emindim. Hızla ben sürüklemesine karşı kanayan ve burkulan dizim yüzünden yürüyemiyordum.

-'' Bırak beni! Lütfen bırak...''

Bağırarak başladığım bu cümle kısık ve yalvarır bir tonda bitmişti fakat o beni duymuyordu. Beni sürüklemeye devam ederek ikinci kata, odanın önüne gelince beni sarsarak durdurdu. Yüzüme yaklaştı:

''- Beni zorlama.''
Fazlasıyla kızarmış kolumu, üzerinde duramadığım bacağımı ve ağlamaktan perişan olmuş yüzümü görmüyor gibiydi. Sinirden gözlerinin rengini bile değişmişti sanki. Kendimde olamadan konuştum:

-'' Canım acıyor." Dedim burnumu çekerek. "Dizim kanıyor."

Hıçkırıklarımla karışık söylediğim bu cümleden sonra yüz ifadesi bir anda değişti. Uyanmış gibi bir yüz ifadesiyle bakmaka başlamıştı. Ufak çapta bir transtan dönmüş gibiydi. Benim içinse dizimin kanamasının bir önemi yoktu. Söylediğim birkaç kelime tamamen korkunun ve yorgunluğun teslim aldığı bedenim ve zihnimden bilinçsizce çıkmıştı.

Yavaşça gözlerini dizime indirdi. İlk defa görüyordu. Gözlerini tekrar yavaşça yukarı kaldırırken kolumda durdu. Kolumun kızarıklığın tonu artık koyulaşmıştı. Yüzüme baktı. Artık beni görüyordu. Farklı bir tonda bakıyordu şimdi de. Şaşkın gibiydi. Gözleri yüzümde dolandı. Kaşları ve gözleri açıklayamadığım bir hal almıştı. İçimde hafiften bir şeyler kıpırdandı. Ama o tüm bunlara zıt bir cümle kurdu:

-''Gir içeri.''
Ve arkamdan kapıyı kilitledi.

GRİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin