GİRİŞ

90 4 5
                                    

Başlamadan önce size biraz kendimden bahsedeyim: Ben Karan Yeksan, egoist pisliğin teki; koyu kumral, dağınık saçlara ve açık kahve, keskin gözlere sahip serseri görünümlü biriyim. Bana soracak olursanız mükemmel biriyim ama bu gerçeği yalnızca ben biliyorum. İki dünya arasında sıkışan bir hayatım ve başıma iş açmak gibi gereksiz bir yeteneğim vardı. Şimdi düşünelim: annesiz büyüyen, babası tarafından zorlanan bir çocuk nerede durabilir ve ne kadar büyüyebilirdi? Acılar büyütür demeyin, çünkü ben hala babası tarafından hor görülen yedi yaşında bir çocuğum.

Peki, şu an nerede miyim? Size şu anki durumumu anlatacak olsaydım muhtemelen bu böyle olurdu: mavi ve kırmızı ışıklı, gözleri kör eden bir ortam düşünün. Yakıcı sıcağın ortasında, az önce takıldığım barın bir sokak ilerisinde, yüzüm arabaya dayalı, kollarım arkadan kelepçeli ve suç sahnelerini aratmayan bir görsel şölen sunuyordum. Az sonra yaka paça arabaya bindirilecek ve soluğu sorgu odasında alacaktım. Dejavu hissiyatıyla dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldı. İlk sorgum en büyük kıyametimdi ancak sonrakiler her zaman kurtulmanın yolunu bulduğum, belirsiz suçlamalardı. Muhtemelen bu seferki de böyle olacaktı. Sorgu odasına alınıp sorgulanacak, bir şey bulamayınca suçsuz olduğuma kanaat getirilecek ve sonra da serbest bırakılacaktım. Bu nedenle polis arabasının camından dışarıyı seyrederken oldukça rahattım ve tabi ki vazgeçemediğim alaycılığım da bana eşlik ediyordu.

Alışık olduğum karakola yanımdaki iki polisle girip üzerimdeki eşyaları görevliye teslim ettikten sonra, bir türlü kopamadığım sorgu odasına doğru ilerledik. İçeriye girmeden önce kapıda duran uzun boylu, çekici kadın polise göz kırpmayı ihmal etmemiştim. İki kere denk gelmiştik. Bence bu birbirimizi tanımak için evrenden gönderilen bir mesajdı. Olmasa bile, bence, kadını bu düşünceye inandırabilirdim. Çıkışta onunla konuşmayı aklıma not ettikten sonra, masanın önündeki sandalyeye oturdum. Beni bırakan polisler dışarı çıkarken sandalyeyi geriye itip arkaya doğru uzanıp hafif aralık kapıdan kadına bakmaya çalıştım. Kapı tekrar kapanmadan gözlerimiz kesişti ve çapkın bir edayla hafifçe gülümsedim. Kadının da gülen yüzü yeşil ışık yaktığının göstergesiydi. Bana göre karşılıksız bırakılmaması gereken bir sinyaldi.

Boş odada tek başıma birkaç dakika öylece kaldım. Oflayarak sıkıldığımı belli ederken karşımdaki büyük cama bakıp beni izlediklerinden emin olduğum kişilere kelepçeli ellerimi kaldırdım. Parmağımın ucuyla kolumdaki saati gösterecekken girişte bütün eşyalarımın benden alındığını hatırlayarak sıkıntıyla küfrettim. Canım sıkılmıştı, sabırsızlanmaya başlamıştım ve bekletilmek hiç hoşuma gitmiyordu. Sonuçlanmayacak bir olay için zamanımın çalınmasına tahammülüm yoktu, üstelik neden getirildiğimi bile bilmiyordum.

Biraz sonra kapı aralandı. İçeriye giren kişiyi gördüğümde sinirlerim gerilirken dişlerimi birbirine kenetleyip kendime hâkim olmaya çalıştım. Gözlerime dolan nefreti kusar gibi baş düşmanıma çevirip sabitledim. Her hareketini müthiş bir güvensizlikle izlerken dirseklerimi masaya dayadım. Sarı, düz saçları kısa kesilmiş, yeşil gözleri yorgunluktan kızarmıştı. Uzun boyunu ve atletik vücudunu sergilemek ister gibi dimdik önümde durdu.

"Hak ettiğin yere geri dönmen güzel" dedi. Yüzündeki alaycı ifade öfkemi besleyen ham enerji gibiydi. O suratı parçalamamak için ne mücadeleler verdiğimi bilse bu kadar alaycı olabilecek miydi, diye düşünmeden edemedim.

"Varlığımı unutturmamaya çalışıyorum diyelim" sesim ucu sivrilmiş, buzdan bir ok gibiydi. Hedefine odaklı ve ölümcüldü.

Kısa, mide bulandırıcı bir gülüşten sonra ileri doğru eğilip ellerini masaya dayadı. "Gereksiz varlığını mı?" dedi. Tepemde durduğu için kafamı kaldırmak zorunda kalmıştım.

LEYLHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin