Her zamanki gibi sabahın erken saatlerinde okul için kalkmak zorunda kaldım. Saate baktığımda daha 06:53 olduğunu gördüm dersim 1 saate başlayacaktı. Acele ile kalkıp okul formamı giyindikten sonra çantama gereken eşyaları koyup merdivenlerden aşağı fırlamıştım. Deri ceketimi kaptığım gibi kapıdan fırladım. Hava buğun güneşli olduğu için yürümeye karar verdim. Zaten daha zamanım olduğu için salına salına yürüdüm.
( kolye ve içine giydiği siyah şey
olmayacak şekilde hayal edin aşklarım )Okulu gördüğümde saate baktım. Saat 07:58'di " Allah kahretsin geç kalıcağım şimdi" diye fısıldamıştım. Koştura koştura sınıfa pat diye girmiştim. Allahtan hoca daha gelmemişti ama tüm gözleri üstüme çekmiştim. Olsundu. Hoca girmiş dersini işletip çıkmıştı.
Bir okul günü daha bitmişti. Okuldan çıkmadan babamı aradım ilk çalışta açmıştı. Bu huyunu gerçekten seviyordum. " Alo binbaşım akşam saat kaçta geliyorsun" demiştim imalı bir ses ile. "prensesim, geleceğim bir kaç saate sen yemeğini ye uyu tamam mı" demişti babam. "İyi peki yemek yapıyorum eve gelince ısıtıp yersin olur mu" dedim. " olur güzelim, şimdi kapatmam lazım öpüyorum senin o güzel gözlerinden". " bende öpüyorum babacığım" dedikten sonra kapanma sesini duymuştum. Çantamı alıp sınıftan çıktım. Markete uğrayıp bir kaç şey aldım ve kasaya ödemeye gittim. Kapıdan dışarıya bakarken siyah araba dikkatimi çekti. Sabahtan beri takip ediyordu ama gider diye bir şey yapmamıştım. Ödedikten sonra ara sokakta yürümeye başladım, hava kararınca bu sokaklardan nefret ediyordum ama başka çarem yoktu. Saatte bir hayli geç olmuştu. Telefonda saate bakarken saatin 19:30 olduğunu gördüm. Biraz yürüdükten sonra birinin arkamdaki gölgesini görmem ile nefesim kesilir gibi oldu.
Tam babamı arayacaktım ki. Boynumdaki nefes ile öylece kalakaldım. Tam ağzımı açıp bağıracakken dudaklarımın üstündeki el buna engel oldu. Ben çırpınırken, arkamdaki adam beni bir yerlere sürüklemeye başlamıştı. En son hatırladığım şey boynumdaki acıydı.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~Soğuk su ile olduğum yerde sıçramıştım. Yarı baygın halde gözlerimi açmaya çalışıyordum. Üşüyordum açtım susuzdum. " oo bakıyorum küçük prenses uyanmış" dedi bir ses. Gözümü tamamen açtığımda önümde bir adam duruyordu. " kimsin sen, ne istiyorsunuz benden neden burdayım" diye söylemiştim yorgun bir ses ile, artık ne enjekte etilerse boynuma. " intikam için burdasın küçük prenses" demişti o iğrenç sesi ile " prenses" kelimesini bir tek babam söylediği için şu an bu adamın söylemesi midemi bulandırmıştı. " kimsin sen, bırak beni ne intikamından bahsetiyorsun" diyivermiştim. " ben kulaksız" deyince bir kahkaha patlatmıştım, bu durumda ne kadar garip olsada babam beni bu durumlar için eğitmişti. " güzel isimiş, kulaksız he tam tipine layık" demiştim kahkaha eşliğinde.
Ve tabikide suratıma atılan o sert tokatı da es geçmemek lazım, canım yanmıştı ama babamın o meşhur lafını uygulamam gerektiğimi de biliyordum. Neydi o laf? " canın yansa bile, ölsen bile kimseye beli etme canının yandığını, yoksa daha çok yanar" diye tekrarlıyordum içimden. Bende asker olmak istediğimden bu tür psikolojik şiddete alışıktım. Kulaksız bana bön bön bakıyordu demek ki benden böyle bir cesaret beklemiyordu. İşime gelirdi. "konuş ki canın yanmasın, yoksa istemediğin şeyler yapacağım" demişti o iğrenç sesiyle. Yaklaş diye işaret yapmıştım, tam dibime girince sinirle bir kafa atmıştım, tam burnunun ortasına. Sendeleyerek yere yapışmıştı. Bir daha kahkaha atmıştım dışardan biri beni böyle görse delirmiş der. Ayağa kalktığı gibi mağaradan çıkmıştı. Evet yanlış duymadınız bir mağarada tutuluyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İNTİKAM ATEŞİ
Action• Asker kurgusudur ( kesit ) " Seni kimse sevmemiş ki" Dila Asena güneş ve Araf Karaoğlunun hikayesi İki sert, acımasız, geçmişe küsmüş, küçükken birbirlerinden nefret ettiğini sanan ve çok acılar çeken iki askerin yolu bir daha kesişirse? En sonu...