Kulağıma gelen gürültü ile birlikte kulaklarımı kapadım. Daha sonrasında ayağa fırladım ve kapıya koştum. Hemen kapıyı açıp merdivenlere yöneldim. Altta ki salonu görür görmez ufak bir şok geçirdim. Aşağıda ki salon, yanıyordu. Elena aşağı katta ki odalardan birinde kalıyordu. Hiç düşünmeden, kendimi ateşin içine attım. Kollarımı kendime siper ederek yürümeye başladım. Bastığım yerlere dikkat ediyordum. Bir süre yürüdükten sonra önüme bir oda çıktı. Odanın içine yavaş yavaş girdiğimde, Staert'ı gördüm. Bol tişörtünü ağzına ve burnuna dayanmıştı. Duvarın en köşesinde duruyordu. Koşarak yanına ilerlediğimde, ağladığını fark ettim. Hemen ona sarıldım. "Geçti. Çıkacağız buradan. Sizi çıkaracağım" Diye fısıldadım. Elimi uzatığımda, elimden destek alarak ayağa kalktı. Yüzüme minik bir tebessüm yerleştirdim ancak şuan gülümsemenin zamanı olmadığını fark edip hemen, ciddiyete büründüm. Steart'ın elini hiç bırakmadan yürüdüm. "Steart! Elena'nın odası nerede!" Diye bağırdım. Steart tam ağzını açmıştı ki başka taraftan bir ses duyuldu. "O, burada!" Sesin sahibi tanıdık değildi. Sesin geldiği yöne doğru gittiğimizde sarayın dışına çıkmıştık. Gözümü ilk olarak Elena doldurmuştu. Korkmuş olan o yüz ifadesi ve gözleri, yalvarıyormuşcasına bakıyordu. Ardından gözlerim, Elena'nın arkasında ki kişiye kaydı. Sesin sahibi, bir kolunu Elena'nın boynuna sarmıştı. Diğer eli ise bir kılıç tutuyordu. Tam öne atılmıştım ki adam, kılıcı Elena'ya daha da çok yaklaştırdı. Anında Elena'nın bir çığlığı duyuldu. "Yaklaşmayın! Sakın yaklaşmayın!" Elena bunu derken gözlerini kapatmıştı. Adam, açık açık
Yaklaşırsanız, kız ölür diyordu. Aclanlardan biri olduğunu düşündüğüm kişiydi. "Hey! Sakın onu öldürmeye kalkışma!" Diyerek bağırdım. "Ne yapacaksın? Minicik boyunla beni mi döveceksin?" Dedikten sonra güldü. "Güldürme beni" Diye ekledi. "Ne istiyorsun!" Diye tekrar bağırdım. Bu sefer sesim, daha baskın çıkmıştı. "Mavera ve Vannessa'nın yerini söyle!" Diyerek oda bana bağırdı. Mavera ve Vannessa'yı tamamen unutmuştum. Onları ateşe atamazdım. "Söyleyeceğim ancak kızı ilk başta yanımıza gönder!" Diye bağırdım bir adım daha atarken. "Sana nasıl güvenebilirim ki?" Diyerek gülümsedi. "Ya kızı gönderir yerlerini öğrenirsin yada söylemem!" Dedim. Fark ettirmeden adım atmaya çalışıyordum. "Steart, Elena yanımıza geldiğinde, yerlerini farklı söyle" diyerek, sadece Steart'ın duyabileceği gibi fısıldadım. Kafasını salladıktan sonra önüme döndüm ve Elena'nın bize doğru koşmasını izledim. Gelir gelmez kollarıma atladı ve ağlamaya başladı. Yüzümü, Elena'nın boynuna gömdüm. Eşzamanlı olarak Steart, adama farklı bir yerin ismini veriyordu. Adam, inanmış olacak ki sarayın yolundan koşarak gitti. "Geçti. Tamam ağlama" Dedim, Elena'nın yüzünü, ellerimin arasına aldığımda. "Şimdi ikinizde buradan uzaklaşın. Geçen gün, yemeğin olduğu yere gidin. Ben daha sonra geleceğim" Dedim Steart'a bakarak. İkisi de kafasını sallayıp yürümeye başladılar. O sırada saraya tekrar girdim ve yavaş yavaş ilerleyip merdivenlere yönelmiştim ki daha önce gördüğüm askerlerden biri bağırıyordu. "Sayın Vannessa ve Mavera, acilen saraydan çıkış yapmamız gerekiyor! Bayan Claire! Lütfen sizde gelin!" Herşey o kadar hızlı olmuştu ki, hatırlamakta güçlük çekiyordum. Claire, Mavera ve Vannessa'yı da alıp beş kişi birlikte saraydan çıkmıştık. Ayrıca Elena ve Steart'ın yanına ulaşmıştık. "Şimdi ne yapacağız?" Dedi Elena. Herkes birbirine bakanırken bir fikir üretmeye çalışıyordum. "Şey... Ben bir şey diyeceğim ama" Dedi tekrar Elena. "Bir fikrin varsa söyle, Elena" Dedi Vannessa. Ben ise bir ağacın dibine oturmuş onları izliyor ve dinliyordum. "Elson ve Lucas'ın gizli bir ağaç evi va-" Dediğini tamamlayamadan sözünü kestim. "Oraya gidin" herkesin gözü bir anda bana dönmüştü. "Peki ya sen? Seni burada bırakamayız, Esal" Dedi Mavera. "Majesteleri, eğer izniniz olursa ben burada kalıp, Lucas'ları beklemek istiyorum" Dedim, ciddi yüz ifadem ile dimdik Mavera'nın suratına bakıyorken. "Peki, tek bir şartım var. Dikkatli olacaksın!" Dedi, hafif sesini yükseltirken. "Olabildiğince" Derken, kafamı sallıyordum. "Elena, artık onları dediğin yere götürür müsün? Ben de burada kalacağım" Dedi, Claire. Elena, kafasını sallayıp, herkesi peşine taktı. Ellerimi, yüzüme koydum. Sabahın köründe yaşamadığımız şey kalmamıştı. Aclanlar, yavaş yavaş saldırıya geçiyorlardı. Bu kadar önleme rağmen, nasıl sarayı yakabilmişlerdi? O kadar önem varsa neden, Elena'yı hemen ellerine geçirebilmişti? Garip düşüncelerde boğulurken, Clarie'nın sesiyle kendime geldim. "Esal, oradan bir hışırtı geliyor!" Dedi koluma sarılmışken. Yüz ifademi hiç değiştirmeden, gösterdiği yöne baktım.
Bu saatten sonra kaybedeceğim tek bir şey vardı.
Oda...
Cesaretimdi.
"Kimsen çık ortaya! Seninle de uğraşamam!" Diye bağırdım. Orman, sabahın köründe boş olduğundan dolayı sesim yankılanmıştı ve kuşlar, bu yankılanmadan korkmuş olacaklar ki, çığlık çığlığa havaya uçtular. Çimenliğin arasından siyah bir şey çıkınca, neyin nesi olduğunu anladım.
"Neden buradasın, Raven?" Diye sordum, bize doğru yaklaşan Raven'e. O sırada Clarie, kolumu bırakmıştı. "Neden burada olmayayım?" Diye yanıtladı. "Lucas'ların ne zaman geleceğinden haberin var mı?" Diye sordum kucağımda yayılan Raven'e. "Bilemiyorum... Uzak mesafe aslında, geri dönmeye başlamış olmalılar" Dedi. "Onlar nerede, Raven?" Diye tekrar soru sordum. "Onlar" Derken, soru tınısı ile söylemişti. "Sidney, Mito Sweetie?" Dedim. "Buralarda olmalı-" Derken bir sarsıntı ile suspus olduk. Gelen ayak seslerini, Aclanlardan olduğunu düşündüm. Ancak ne Aclanlardadı, ne de başka birşeyden. Bir sürü at ile gelen askerler bizi karşılamıştı. "Esal hanım, Biz de sizi arıyorduk. ¹Fyddin geldi" Dediler. Geldikleri andan itibaren ayaktaydım. "Lütfen, hemen Lucas'ın yanına gidebilir miyiz?" Dedi Claire. "Buyurun" Dedi asker. İki askerin arkasına atladığımızda yola çıkmıştık. Lucas sarayın yanmasına bir anlam veremeyecekti. Büyük ihtimalle bize, Aclanlar saldırmaya başlamıştı. Veya sarayda bir casus olmalıydı. Elena'yı ele geçiren adam, muhtemelen Aclanların casusuydu. Sarayda birden fazla casus olduğunu düşünüyordum. Çünkü, bu şekilde büyük bir olayı, kimse tek başına yapamazdı. Önceliğimiz onu veya onları bulmak olmalıydı. Bu düşüncelere boğulurken, kafamı kaldırdım ve Lucas'ı gördüm. Claire, Lucas'a doğru koşuyordu. Neden koştuğuna bir anlam verememiştim. Neredeyse, oğlunun üstüne atlarcasına sarıldı. Bu görüntü, içimi yumuşatmıştı. Yüzümde, sıcak bir tebessüm oluştu. Ne kadar tatlı göründüklerinin farkındalar mıydı? Toprakları, beni buldu. Annesinden ayrılırken, gözleri, gözlerimden hiç ayrılmadı. Dibine kadar girdiğimde, kollarını bana açtı. Sıcak kollarının arasına girdiğimde, neredeyse kaybolmuştum. Çenesini, saçıma bastırdı. Ardından dolgun dudakları, saçımı buldu. Yüzümde ki tebessüm, bir an için olsun silinmemişti. Bu sıcak ve tatlı anları, seviyordum. Kolları, belimi iyice sardığında, yüzümdeki tebessüm daha da büyüdü. Sevgili rolüne sanki kendimizi biraz fazla mı kaptırmıştık? Sanırım öyleydi. Birbirimizden ayrıldığımızda, ikimizin yüzünde de büyük bir gülümseme vardı. O sırada, etrafımızda ki herşey kaybolmuştu. Nickel'in bağırma sesi ile gerçeğe geri döndüm. "Nasıl yakılmış olabilir! Aklım almıyor! Chris! Burayı nasıl söndürüyorsanız hemen söndürün! Daha fazla görürsem kafayı sıyırıcağım!" Her dediği kelime de sesi daha fazla yükseliyordu. Gülümsemem yavaşça soldu. Lucas'a döndüğümde, gözlerini Nickel'in üzerine kilitlediğini fark ettim. "Lucas" diye fısıldadığımda toprakları, bana döndü. "Hıım?" Dedi. "Diğerleri... Ağaç eve gitmek zorund-" Diyecektim ki sözümü kesti. "Sorun değil, olması gereken buysa... Bizde öyle yapacağız" Derken beni, kendine çekti. Tekrar sarıldığımız da Clarie'nın, hararetli hararetli konuştuğunu fark ettim. "Lucas, Annen..." Ellerini, omzuma koydu ve dimdik suratıma baktı. "Ben şimdi onların yanına gidiyorum. Sende ağaç eve gidiyorsun" Dedi. Gözlerinde, daha önce hiç görmediğim bir duygu vardı ancak... Nasıl bir duygu olduğunu bilmiyordum. "Yolu-" Derken sözüm, yine kesildi. "İşte o, Helly. Onunla gideceksin" Dediğinde parmağıyla, taş kadar sert yüzlü olan kızı gösteriyordu. "Taş kadar sert görünüyor" Gelen rüzgar, saçlarımı uçurduğunda, Lucas'ın yüzünde, bir tebessüm oluştu. "Dışımdan söyledim, değil mi?" Dedim. Yavaşça kafasını salladı ve yarım ağız gülümsedi. "Yarım ağız gülüşün gene gündemde galiba?" Dedim, kafamı, sol tarafa doğru yatırırken. "Şuan beni oylamak için her yöntemi deniyorsun, değil mi?" Diye fısıldadı. O sırada Helly, kahverengi atıyla, yanımızda bitmişti. Helly'e dönerken, gözümü devirmiştim. "Biniyorsan, bin" Dedi, Helly. "İyi be! Aman!" Derken ata binmek için cebeleşiyordum. "Biriniz yardım mı etse diyorum?" Helly, elini uzatmıştı. Bir yandan Lucas bacağımdan ittince atın üzerine çıkmayı başarmıştım. Eşzamanlı olarak Helly söyleniyordu. "Lucas, bula bula bunu mu buldun? Ne Blino birşeymiş!" Derken bana iğreniyormuşcasına bakıyordu. "Gıcık olduğunu düşünmüyorum, Helly" Dedi Lucas. İçimden, kızı evire çevire dövesim gelmişti. "Sen işine devam etsene, götüreceksen götür artık!" Derken üstümü sirkeliyordum. Helly elini saçına daldırıp atı hareketlendirdi.
At hızlandıkça Helly'e daha çok yapıştım. Ağaç eve geldiğimizde, Helly bana kışkırtıcı bir gülüşle bakıyordu. "Noldu, küçük Esalcik? Hızdan korktuğun için bana mı yapıştın?" Dedi. Bu kız elbet elimde kalacaktı. "İlk başta küçük Esalcik demeyi kes" Dedim, bileğimi ovuşturarak. "Nedenmiş? Hoşuna mı gitmemiş küçük Esal'in?" Dedi yüzündeki gülümseme daha da büyürken. "Bir gün elimde kalacaksın ama..." Derken hala bileğimi ovuşturuyordum. "Birşey mi dedin? Küçük Esalcik?" Bu artık, sinir bozucu olmaya başlamıştı. "Demedim. Dediysem bile, seni ne ilgilendirir?" Dedim, yüzüne pür dikkat bakarken. "İçinden ya beni dövmek geçiyor ya da içeri girip benden kurtulmak. Sakın. Beni dövmeye kalkışma. Yanan sen olursun" Dedi, bir çocuk gibi uyarılmış hissettim kendimi. "İçeri girsem iyi olacak. Görüşmemek üzere!" Derken hem merdivenlerden çıkıyordum, hemde Helly'e el sallıyordum. Atına binip uzaklaşmaya başladı. Ben ise kapıyı çaldım. Zile bastığım anda öyle bir kuş ciyakladı ki, kulaklarımı kapatmak zorunda kaldım. Kapı açıldığında, Elson ile karşılaştım. Geçmem için geriye çekildiğinde, daha çok içeriyi görmemi istemişti. İçerisi darma dumandı. Elson'un genel kıyafetleri yerlerdeydi. Meyvelerden bazıları yere düşmüştü. Ve bir koltuk ters dönmüştü. "Hey! Neler oldu burada?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mariposa
FantasyEsal arkadaşı ile bir etkinliğe katılır. Etkinlikte lunaparka giderler. Lunaparkda Esal'ın arkadaşı bir anda kaybolur ve Esal arkadaşını aramaya başlar, bir anda kendini farklı bir dünyada bulur ve hikaye burada başlar...