Gözlerimi açtığımda bembeyaz bir tavan ile karşılaştım. Aydınlık bir yerdeydim. Kafamı hafifçe kaldırdığımda odanın her tarafının beyaz olduğunu fark ettim. O sırada yattığım yastığı biri düzeltiyordu.
Biri ise "Claira!" Diye bağırdı. Algılarım yeni yeni düzeliyordu. Bağıran kişinin kim olduğuna bakmak için kafamı çevirdiğimde bir eli kolumu bir eli sırtıma gitmişti.
"Haydi, biraz yat, Efulim" Dedi. Yüzüne baktığımda Lucas olduğunu fark ettim. "Efulim?" Dedim. O sırada uzanmamak için direniyordum. "Esal inat etme işte dinlenmen lazım" Dedi yumuşak bir sesle. O sırada takma kanatlarımı çıkarmadıklarını fark ettim. "Ne oldu bana? Bu takma kanatlarımla neden buradayım? Hiçbir şey hatırlamıyorum! Anlat ne oldu?" Dedim sesimi biraz yükseltirken.
"Öncelikle onlar senin takma kanatların değil-" Derken sözünü kestim. "Ne! Onlar takma kanatlarım değil ise onlar neyin nesi!" Dedim. "Esal, şu an kendini yormaman gerek. Lütfen biraz sakin olur musun?" Dedi beni sakinleştiren o sesle. "Peki, anlat. Neler oldu?" Dedim tekrardan. "Marcon sana saldırmıştı ve sen koşarak yanıma geldin. Çok güçsüz düşmüştün, bu yüzden seni taşımam gerektiğini fark ettim. Seni kucağıma aldım ve hızlı adımlarla saraya yürümeye başladım. O sırada Elson gelmişti senin o halini görünce şaşırmıştı. Hemen koşarak Mito'yu çağırdı. Mito ise saraya daha hızlı gitmemiz için Unicornları çağırdı. Saraya gittiğimizde direkt Claira'ya yani anneme yönlendirmişlerdi bizi. Neredeyse 18 saattir dinleniyorsun, yani uyuyorsun. Kanatların ise...Takma kanatların benim kucağımdayken vardı, ancak saraya girdiğimizde kanatlarına dikkat edemedik. Buraya yattığından beri kanatların var ama takma değiller. Onlar artık senin gerçek kanatların, çıkarıp takamıyorsun, kollarını geçirmeye gerek duymayacaksın" Diyerek uzun konuşmasını bitirdi. Nasıl yani benim şimdi gerçek kanatlarım mı vardı? Bu nasıl olmuştu? Ayrıca 18 saattir uyuyor muydum? İnanılmaz geliyordu. Marcon neden bana saldırmıştı? O güzel günümü neden mahvetmişti? Her şey hafızama kazanırken içeri biri girdi. Muhtemelen Claira'ydı. "Bore da tatlım! Nasıl hissediyorsun? Bir yerinde ağrın var mı?" Diyerek bana gülümsedi. Onun tebessümüne karşılık verdiğimde "Sadece dizlerim biraz acıyor" Dedim.
"Ah! Tatlım, Lucas'ın anlattığına göre dizlerin üstüne düştüğünde sürtmüşsün. Acıması bir iki güne geçer. Meraklanmana hiç gerek yok" diyerek yanımdaki sandalyeye oturdu.
"Şimdi senin, tu informe yazalım. Arada bir kontrolüme gel tamam mı?" Dedi, önündeki bilgisayar gibi bir şeyle ilgilenirken. Çok da bilgisayara benzemiyordu. Bazen anlamadığım bir dille konuştukları için Lucas'ın gözlerine gözlerimi sabitledim.
Kulağıma yaklaşıp, "Galiba sizin dilinizde rapor demek" Diye fısıldadı.
"Teşekkür ederim" Dedim Claira'ya.
"Ne demek!" Dedi neşeyle. Hoş biriydi.
İçeri telaşlı bir şekilde biri girince hepimizin bakışları oraya döndü. Nefes nefese kalmıştı. "A-Aclanlar... Bu sefer de Pavo'ya saldırmışlar!" Dedi.
"Pavo'ya mı? Bu planlarımız da yoktu" Dedi Lucas. "Oğlum, hemen dibimizdeler. Acilen bir toplantı yapmamız gerek" Dediği anda bu adamın Lucas'ın babası olduğunu anlamıştım. "Hadi, kahvaltıya geçelim o zaman konuşalım bunları" Dedi Lucas bana bakarken. "Siz gidin ben bir lavaboya gidip geleceğim" Dedim kalkmak için Lucas'ın kolundan destek alırken. "Tamam, biz geçelim" Dedi Claire. Ben ise o sırada ayağa kalkmış lavaboya doğru ilerliyordum. Onlar tam kapıdan çıkarken arkamı döndüm ve Lucas'a öpücük attım. O ise sırıtıp arkasından kapıyı kapadı. Elimi, yüzümü yıkayıp kendime geldim. Sarayın tam yanında büyük bir nehir vardı ve bu su oradan geliyor olmalıydı. Acıyan dizlerime uzaktan bir bakış attım. Claire'nın dediği gibi, sürtülmüş duruyorlardı. Üstümde gecelik gibi bir yeşil salaş elbise vardı. Hemen saçımı toplayıp odadan çıktım ki, kocaman bir koridor önüme çıkıverdi. O sırada ufak bir gülme sesi geldiğinde kafamı o tarafa çevirdim. Sarımtırak duvarlara yaslanmış olan Lucas'ı gördüm. Benim çıkmamı beklemişti. Beklemeseydi kesinlikle kaybolmuş olurdum.
"Gel, bu taraftan" Dedi Lucas. Onun yanına ilerlerken sarımtırak duvarlarda ki posterleri inceliyordum. "Dikkatini mi çektiler?" Dedi Lucas, elini omzuma atarken. "Evet, mavili olan. Çok dikkat çekici" Dedim. O mavilinin üstünde bir kadın yer alıyordu. Mavi bir makyajı vardı. Tek gözünde ise bir kelebek duruyordu. O da maviydi. Sadece kadının ten rengi ve gözleri dışında herşey maviydi. "Maviyi severim. Ve bu çok hoş" Dedim Lucas'a dönerken. "Hadi Esal, yemeğe geç kalmak istemeyiz, değil mi?" Dedi tatlı tebessümü ile. Lucas'ın koluna girdikten sonra önümüzde ki merdivenleri inmeye başladık. Aşağısı sarımtırak duvarları, simsiyah ve kocaman olan perdeleri, bembeyaz masası ve mumları ile mükemmel görünüyordu. Masada yerlerimiz belli olmalıydı. Elena ve Elson hariç herkes vardı. "Esal'in de artık burada olduğunu unutmayalım, Steart!" Diyerek bir odaya doğru bağırdı. Muhtemelen hizmetçiye söylemişti. Artık adının Steart olduğunu öğrendiğim kişi odadan çıkarak, "Özür dilerim. Fark etmemiştim. Bundan sonra masaya bir sandalye daha eklenecek. Doğru anladım değil mi Lucas Bey?" Dedi. "Doğru anladın, Steart" Dedi. O sırada ben ayakta öylece dikilmiş şekilde onları izliyordum. Steart, masaya benim için bir sandalye daha ekledikten sonra Elson masanın başında görüldü. "Gecelikle bile yakıyorsunuz Esal hanım" Dedi ellerini sandalyeye yaslarken. Elson bunu diyince utanmıştım. Gözlerim bir odadan ellerini kısa elbisesine sürterek gelen Elena'yı buldu. "Çok güzelim, tamam biliyorum tatlım. Gözlerini üstümden çekebilirsin" Dedi Elson'a doğru. Kafamı Elson'a çevirdiğimde Elson'un da dikkatle Elena'yı izlediğini gördüm. Elson hafifçe gülümseyip göz kırptı. Lucas elini, belime sararak masaya biraz daha yaklaştı. Lucas'a gülümseyip karşısında ki sandalyeye oturdum. Lucas'ın annesi ve babası da gelmişti. Vannessa'nın el hareketi ile herkes yemeğini yemeğe başladı.
"Pavo'ya saldırmışlar sayın Mavera" Diyerek konuşmaya başladı Lucas'ın babası. İsmini öğrenene kadar Lucas'ın babası olarak anlatacağım sanırım.
"Haberini bizde aldık. Elimizden geldiğince bütün önlemleri aldık. Pavo'ya ziyarete gitmenizi istiyorum. Merak etmeyin, yanınızda çoğu koruma bulunacak. Gizli saklı bir iş çevirmeniz gerekiyor bu durumda" Diyerek ağzına bir lokma attı Mavera.
"Kim kim gidiyoruz?" Diye sordu Lucas ağzında ki lokmayı çiğnerken. "Lucas sen gidiyorsun, Elson sen de. Ayrıca Lucas'ın babası olan Nickel. Gitmenizi istiyorum" Dedi Mavera. "Tabi ki de" Dedi Nickel. Peki ya ben ne yapacaktım? Lucas olmadan nereyi gezebilecektim ki? "Eh! O zaman Claire ve Esal ile birlikte birşeyler yaparız. Değil mi!" Diyerek masaya, bize doğru uzandı. Claire yüzünü ekşitmişti ama onaylar gibi de başını sallamıştı. Ben ise yemeğime devam ederken masayı ölüm sessizliği kaplamıştı. Sessizliği bozan kişi Elson olmuştu. "Peki ya Mariposa'yı nasıl bir koruma altına aldık Sayın Vannessa?" Diye sordu.
"Senin anlattıkların gibi, Elfler Mariposa'nın dört bir yanındalar. Periler havayı gözlüyorlar. Ayrıca bütün okçularımız ve mızrakçılarımız her tarafta hazır bir şekilde. Savaş olursa ki büyük ihtimalle saldırıya uğrayacağız, hepimizin herşeyi hazır. Sizler de hazır olun, mızraklarınız veya oklarınız elinizin altında olsun" Diyerek tavsiyede bulundu. Herkes bir anda susunca masayı yine sessizlik kapladı.
🍂
Lucas'lar gidince Claire odamı göstermişti. Büyük ihtimalle artık sarayda yaşayacaktım. Odam çok güzeldi. Birkaç dolap vardı, ayrıca resim çizebileceğim malzemeler, müzik söyleyebileceğim aletler ve piyano vardı. Odama girer girmez kendimi yatağa atmıştım. Yatak iki kişilikti. Lucas'la bir arada uyuyacağıma pek inanamıyordum. Elena arada bir gelip birlikte birşeyler yapmamızı söyleyip duruyordu. Her seferinde reddettiğimden olmalı ki artık gelmiyordu. Boş boş yatakta takılmaktan canım sıkılmıştı. Odayı incelemeye karar verdiğimde soğuk yorganın altından çıktım. Dolaplara yöneldim ve kapağını açtım. İlk baktığım dolapta çoraplar, iç çamaşırları ve tokalar vardı. Yanında ki dolaba baktığımda ise bir kitaplık olduğunu gördüm. İçlerinden mor kapaklı olanı elime aldım. Yabancı yazıyorlardı. Aldığım yere geri bıraktım. Öbürlerinden daha büyük olan bir dolaba geldiğimde içinde kıyafet olduğundan emindim. Tahminim şaşmamıştı. Rengarenk kıyafetlerle dolu bir dolap daha görüyordum. Her renkten vardı, çeşit çeşitlerdi. Dolaplar burada sona eriyordu ancak alt taraflarında birçok çekmece vardı.
Tam önünde olduğum çekmeceyi açtım. İçinde renk renk defterler vardı. Bir tanesini elime aldım ve içine bir göz attım. İçinde onların konuştuğu dilden şeyler yazıyordu. Onu yerine koyduğumda gözüme en altlardan parlayan bir defter çarptı. Hemen alıp içine baktım. Çizilmiş resimler vardı, altlarında ise hep aynı imza. Defter sadece çizilmiş resimlerden oluşuyordu. İlk sayfa da ten rengi rengarenk olan bir kız vardı. Diğer sayfa da ise Elflerin uçuşu duruyordu. Bu şekilde devam ediyordu. En son sayfaya geldiğimde yüzümde bir tebessüm oluştu. Bunların hepsini çizen Lucas'tan başkası değildi.
Lucas Anderson
O Lucas Anderson'dan başkası değildi.
Ben de Esal Argun.
Esal Argun.
Argun...
Hiç sevmediğim birinin soyadı.
Babamın soyadı...
Keşke onun soyadını almıştım ve bundan nefret ediyordum. Çünkü soyadın sahibinden nefret ediyordum. Babam ile anılarımız hiçbir zaman diğer çocukların ki gibi olmamıştı. İlkokuldayken başladı sevgisizlik hissi. Herkes haftasonu babası ile birlikte gezer ve anlatırdı. Ben ise sadece onların sohbetlerini dinler ve okulun lavabosunda oturur sessiz sessiz ağlardım. Bir gün beni umursayıp da bir yere götürdüğünü hatırlamıyorum.
"Esal? Gözün dolmuş, dalmışsın. İyi misin?" Diye sormuştu birgün arkadaşımın biri "Yok, öyle düşünüyordum işte ya. İyiyim" Demiştim düşüncelerimden kurtulup gözlerimi silerken. "Gel, lavaboya gidelim!" Diyerek elini uzatmıştı bir başka arkadaşım. "Yok, gitmeyelim. Birşey olmaz! Siz anlatsanıza ya!" Diyerek homurdanmıştım. Bilirdim çünkü lavaboya gidersem, ağlardım. "Eh, herkes anlattı. Peki sen ne yapıyorsun Esal? Sen hiç babanla ne yaptığını anlatmıyorsun" Dediğinde donup kaldığımı hatırlıyordum.
Babanla ne yaptığını anlatmıyorsun...
Gözlerimden birer yaş düşerken elimin tersiyle silmiştim, defteri aldığım yere bırakıp, çekmeceyi tekme atarak kapamıştım. Ayağa kalkıp saçlarımın arasına elimi geçirmiştim. Hüngür hüngür ağlamak istiyordum. Argun soyadını neden almıştım ki? Bu acıyı neden çekiyordum? Ben neden babamla güzel bir anı biriktirememiştim? Dolapları karıştırırken gördüğüm iç çamaşırlardan bana uygun olanı, bir eşofman takımını alıp kendi odamda olan banyoya girmiştim. Gözüm aynaya çarpmıştı ancak kendime hiç bakmadan direkt es geçtim. Etrafıma bakındığımda bir duşakabin görmemiştim. Ama çiçeklerle dolu bir yer vardı ve ılık ılık su akıyordu. Oraya geçtim ve soğuk zemine oturdum. Ne kadar soğuk suyla duş almak istesem de ılık su beni benden alıp götürmüştü. Dizlerime kollarımı koyup kollarımın içine kafamı gömdüm. Ve hüngür hüngür ağlamaya başladım. Ne kadar istemesem bile kendimi tutamamıştım. Aklıma okulda ki lavaboların, kabinlerin içinde de bu şekilde çöküp ağlıyordum. Hıçkırıklarımın duyulmaması için de ağzımı kapatırdım. Yara izlerime baktım. Aslında şifa gölüne gitseydim anında geçeceklerdi ama gitmek istemiyordum. Ayağa kalkıp saçımı ovuşturdum. Rastgele bir şampuan alıp elime döktüm ve saçıma yedirerek sürdüm. İki dakikalık duşumu aldıktan sonra kıyafetlerimi giyip hemencecik merdivenlere yöneldim. Acıkmıştım. Mutfağın olduğunu düşündüğüm odaya dalınca Elena ile karşılaştım.
"Hah! Sonunda benimle birlikte birşeyler yapmak mı istiyorsun Esal? Ben de sıkıntıdan ölüyordum!" Dedi ayağa kalkarken. Koluma girip merdivenlere yöneldi. "Aslında ben biraz acıkmıştım. Yemek var mı?" Dediğimde, "Tabii var! Gel ilk başta saçını kurutalım. Hasta olursun yoksa" Dedi. "Nasıl kurutucağız ki?" Dediğimde, "Rüzgar üfleyen çiçeklerimiz var!" Dedi neşeli sesiyle. Saçımı eline aldı ve bir çekmece açtı. Küçücük bir kutunun içinde minik olan bir sürü sarı sarı çiçekler vardı. Hoş duruyorlardı. Elena bir tanesini alıp sapını kopardı ve saçıma tuttu. Saçım çok tatlı bir sıcaklıkla kaplanırken gülümsedim. Saçımı hemen hemen on dakikada kuruttuktan sonra mutfağa geçmiştik ve Elena ile konuşmaya başlamıştık. O sırada yeni tanıştığım Nora, bizim için farklı bir yemek yapıyordu. Mutfağı güzel bir koku doldurduğunda bir tabak dolusu yemekler vardı. Dünyadakinden daha farklı görünüyorlardı ancak tatları az çok benziyordu. Yemeğimizi yedikten sonra Elena ile odama çıktık. "Resim çizmeyi veya müzik aletlerini kullanmayı bilir misin?" Diye sordu Elena piyanoya ilerlerken. "Sadece resim çizmeyi biliyorum, müzik aletleriyle pek aram yoktur" Dedim yatağa kurulurken. "O zaman ben piyano çalayım. Sen de güzel bir resim çiz, ha?" Diyerek gülümsedi Elena. Kafamı onaylar bir şekilde sallarken ayağa kalkmış tuvale doğru ilerliyordum. Önümde olan sandalyeye oturduğumda aklıma çok güzel bir çizim fikri geldi. Paketimi elime alıp sırasıyla istediğim renkleri dökmeye başladım. Mavi, kırmızı, ten rengi ve siyah boyalarını döktüm. Paleti bir köşeye bırakıp, çizeceğim resmin taslağını oluşturdum. Elena yanımda minik şarkı tınısını oluşturmuştu. İyice taslağın üzerinden geçtikten sonra boyamaya başladım. İki el çizecektim. Sadece el ele tutuşmuş eller. Sade ve güzel. Bugün biraz kolaya kaçmıştım çünkü ne kadardır resim çizmediğimi bile bilmiyordum. Elim alışınca boyayı attırmaya başladım. Arkada ki müzik beni daha da çok odaklıyordu. Elena'ya döndüğümde kendini komple müziğe vermiş gibi görünüyordu. Gözlerini kapatmış, tuşlara nazikçe basıyordu. Resmime son dokunuşlarımı yaparken Elena müziğe kendini fazla kaptırdığından olmalı gözünden birkaç yaş düşüyordu. "Elena, kendini bu kadar yıpratma. Sadece kısa bir melodi. Sakin ol" Dediğimde çizimimde son dokunuşlarımı yapmıştım. Sadece ismim ve imzam kalmıştı. Elena sinirle karışık hüzünle ayağa fırladı. "Sadece kısa bir melodi mi! Onun bana neler hatırlattığından haberin var mı senin! Ha? Yok! Nerden olsun ki? Ben iyi bir arkadaş hiçbir zaman olamadım bundan sonra da olamayacağım gibi duruyor! Ayrıca, daha yeni aldatıldım! Senle tanışmadan dört gün önce annemi kaybettim! Gittiler! Hepsi gitti! Yanlızım ben yanlız! Her zaman da yanlız kalıcam! İyi bir dost olamadıkça kim sevsin beni be! Kim?" Sakin sakin onu dinledikten sonra imzamı attım ve ayağa kalktım. "Ben" Dedim kolundan tutmuşken. Panik atak geçiriyordu. "Yatağa otur" Dedim. Onu yönlendirmem gerekiyordu. "Uzan, Elena" Dediğim anda uzandı. Bana sulu gözlerle bakıyordu. "Kapa gözlerini" Dedim yanağını okşarken. Gözlerini kapattı ve biraz daha sakinleşmiş görünüyordu. "Derin nefesler alıp ver" Dedim tekrar emir vererek. Ne dersem yaptı ve gayet güzel sakinleşmişti, panik atağı da geçmişti. Kafasını omzuma yasladım ve omzumda ağlamasına izin verdim. Hüngür hüngür ağladıktan sonra kendine geldiğinde elini, yüzünü yıkadık. "Özür dilerim Esal, sana biraz bağırdım" Dediğinde elleriyle oynuyordu. "Sorun değil! panik atak geçiriyordun ben de bir arkadaşın olarak seni sakinleştirdim" Dedim. O anda bana sarıldı. İçimde ki bütün buz dağları eridi sanki. Cidden Elena kadar sosyal birinin gerçek bir arkadaşı hiç olmamış mıydı? Şaşırtıcıydı. "Teşekkür ederim. Yardım ettiğin için" Dedi elleri omzumdayken. "Her zaman, Elena" Dedim gülümseyerek. "Hadi yatağına git. Rahatça uyu" Dedim. "Ta-mam!" Dedi Elena kapıya doğru giderken. "Yanlız! Lucas'lar bu gece gelmez gelirse de buraya gelmezler!" Dedi çıkmadan önce. "Tamam Elena! Haydi git uyu!" Dedim kapıya doğru yapmacık sinirli haraketlerimle. Gülerek kapıyı kapattığında çizimime doğru yöneldim. Çok güzel bir tablo olmuştu. Sade ve güzel. Renkli ve güzel. Zaten salya sümük olan kıyafetimi rahat bir gecelik ile değiştirdiğim de bir toka arıyordum. Sonradan bir kutuda olduğu geldi aklıma. Hemen o dolabı açıp rasgele bir toka alıp saçımı atkuyruğu yaptım. Saçlarım omuzumun hemen altındaydı. Perçemlerim ise artık perçem değildi. Perçem için fazla uzunlardı. Soğuk yorganın altına girdiğimde yorulduğumu anladım. Gözlerimi kapatır kapatmaz rüya alemine daldım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mariposa
FantasyEsal arkadaşı ile bir etkinliğe katılır. Etkinlikte lunaparka giderler. Lunaparkda Esal'ın arkadaşı bir anda kaybolur ve Esal arkadaşını aramaya başlar, bir anda kendini farklı bir dünyada bulur ve hikaye burada başlar...