19.

2 1 0
                                    

Kapı tıkırtasına uyandığımda, gözlerimi ovuşturdum. Uyandığıma göre ve aç olduğuma göre, iyice dinlenmiş olmalıydım. En azından dünkü kadar bitik hissetmiyordum. Uyuşuk uyuşuk bir şekilde dolaba doğru ilerledim. Üstüme krem rengi, tüllü bir elbise geçirdikten sonra odadan çıktım. O sırada merdivenlerden inen Elson ile karşılaştık. "Selam" Dedi elini sallayarak. "Selam" Deyip, onun yanına ilerledim. "Nasıl hissediyorsun?" Diye sordu. "Dünden daha iyiyim" Dediğimde, hemen atıldı. "Eğer dinlenme ihtiyacı duyuyorsan, gidip dinlen. Ben açık-" Derken, sözünü kestim. "Kahvaltıya katılabilirim. Kendimi iyi hissediyorum. Ayrıca çok açım" Dediğimde, gülmeye başladık. "Çok tatlı bir gülüşün var" Dedi Elson. "Teşekkür ederim" Derken kafamı yere doğru eğmiştim. Yüzümde tatlı bir gülümseme oluşmuştu. Simsiyah masaya geçtiğimizde kimler gelmiş diye bakındım. Lucas etraflarda görünmüyordu. İç çekip, önüme döndüm. Kral Mavera ve Kraliçe Vannessa'yı bekliyorduk. O sırada yukarıdan ayak sesleri geldi. Kral veya Kraliçe'dir diye düşündüğüm için kafamı kaldırmadım. Bir anda boynuma bir el uzandı ve yanağıma bir öpücük konduruldu. "Günaydın herkese!" Dedi neşeyle. Tebessüm ile kafamı kaldırdım ve Topraklarına baktım. O sırada harakete geçti ve yanıma oturdu. "Nasılsın?" Diye sordu. "Dünden iyiyim" Dedim. "Dün, kollarımda yığılıp, kalacağını sanmıştım" Deyince, şaşırmamıştım. Dün, onun kollarında yığılıp kalmasam bile bayılmış kadar olmuştum. "Selam gençler!" Dedi Vannessa. Saygı için kafamı hafif eğip, kaldırdım. "Merhaba. İyi sabahlar Sayın Vannessa" Dedi Claire. Vannessa yerine geçti ve yemeğe başlamamız için işaret etti. Aç olduğum için kendi tabağıma birşeyler doldurdum ve hemen yemeye başladım. Bir anda boğazıma kaçan yemek parçasından dolayı öksürmeye başladım. "Yavaş, ay yavaş!" Dedi Elena. Eşzamanlı olarak Lucas, hafifçe sırtıma vuruyordu. En sonunda öksürüğüm durduğunda, yemek masasındaki kaos da durmuştu. "Esal! Dikkat etsene ya" Dedi Elena. "Elena haklı, daha dikkatli olmalısın" Dedi Lucas'ta Elena'ya katılarak. Tamam anlamında kafamı sallarken, ağzıma birşeyler tıkıyordum. Yemeğimi bitirdikten sonra ağaç eve gidip, etrafı düzenledim. Daha sonra yanında ki şelaleye girip temizlenmek için hazırlandım. Kurulanmak için ise yumuşacık ve boyum kadar olan yaprağı aldım. Kıyafet olarak ise, yeşil, tüllü ve çiçek desenli bir elbise aldım. Raflarda duran şampuanlardan birisini alıp, merdivenlere yöneldim. Bir elimde olan kocaman yaprak, diğer elimde giysiler ve şampuan vardı. Uzun ve büyük yapraktan dolayı önümü, tam olarak göremiyordum. Merdivenlere inmeye başladığımda dengede durmak, düşmemek için çabalıyordum. Son merdiveni inerken, tam olarak dengemi sağlayamadım ve oturur bir şekilde düştüm. Gözlerimi kapatıp, yüzümü sıvazladım. "Anan Esal, anan" derken, üstümü sirkeliyordum. "Esalciğim, ne oldu? Neden yerdesin?" Sesin geldiği yöne doğru baktığımda Sweetie'yi gördüm. Sweetie endişeli bir şekilde, bana bakıyordu. "İyiyim, sadece dengemi kaybettim" Dedim ve ayaklandım. Yerdeki eşyalarımı alıp Sweetie'ye döndüm. "Anladım, daha dikkatli olsan, iyi olur" Dedi. "Peki" Dedim ve yürümeye başladım. "Görüşürüz Sweetie!" Dedim ve el salladım. Şelalenin köşesinde üstümü çıkarıp, iç çamaşırlarımla kaldım. Şelalenin kıyısına doğru ayaklarımı suya soktum. Sonrasında ise tamamen kendimi suya bıraktım ve suyun içine daldım. Şelalenin suyu, hafif soğuktu. Bu, mayışmamı sağlamıştı. Biraz yüzdükten sonra yanıma aldığım şampuan ile saçımı köpürttüm. Saçım iyice köpüklendikten sonra tekrar suyun içinde daldım ve elimi, saçıma geçirdim. Kafamı, suyun içinde salladıktan sonra suyun içinden çıktım. Elimle, saçımı sıvazladım ve suyun iyice çıkması için, saçımı sıktım. Vücudumu da güzelce yıkayıp, şelaleden çıktım. Koskocaman yaprakla kurulanıp, yanıma aldığım çiçekli elbiseyi üstüme geçirdim. Saçlarımın nemliliğinden dolayı elbise, biraz ıslanmıştı. Ağaç eve gidip, yaprağı balkona astım. Şampuanı da aldığım yere bırakıp evden çıktım. Merdivenleri hızlı ve dikkatli şekilde indikten sonra, yürüme isteğim gelmişti. Yavaş yavaş yürümeye başladım ve düşünmeye başladım. Diğer Dünya'dakileri ne çabuk unutmuştum. Elvin'im, Bade'm ve Annem... Çok özlem duyuyordum. Eğer ki oraya geri dönersem, buradaki kişilerde aklım kalacaktı. Burdayken ise diğer Dünya'dakileri düşünüyordum. Ne yapacağımı bilmiyordum. "Selam, Esal! Nasılsın?" Tanıdık bir ses duyunca, kafamı yerden kaldırdım. Karşımda, Mito'yu gördüğümde duraksadım. Bir süre sonra "İyiyim, sen nasılsın?" Dedim. "Bende iyiyim, bayağıdır görememiştim seni. Biliyorsundur, şu Aclanlar... Hala peşimizdeler" Dedi, gözünü devirip. "Bilmez olur muyum? Geçen gün, gecemizi gündüze çevirdiler. Elena'yı ele geçiren kişi bulundu mu?" Diye sordum. Elena'yı ele geçiren kişiyi bulmaya çalışıyorlardı. "Birkaç ipucu bulduk. Umarım yarına kalmadan bulacağız" Derken kafamı salladım. "Umarım, görüşürüz o zaman! Saraya gelmeyi unutma!" Derken göz kırptım. Hiçbir şey demeden, uzaklaştı. Yoluma devam ediyordum ki, bir anda önüme düşen mızrak ile duraksadım. Kafamı havaya kaldırdığımda ise periler ile kavga eden değişik varlıklar gördüm. Etrafa bakındım ve o varlıklardan bir sürü olduğunu fark ettim. Çoğu, beni hedef almaya çalışıyor ancak periler yüzünden başaramıyorlardı. Bir anda, koşmaya başladım. Eğer uçarsam, kanadım zedelenecekti. Koşmak, en mantıklısıydı. Durmadan koşmaya başladım. O sırada önüme, arkama her bir tarafıma mızrak atılıyordu. O kadar çoktu ki, yaratıklar. Bir ağacın dibine geçtim ve soluklandım. Saraya gidemezdim. Gidersem, sarayı hedef alacaklardı. Bu yüzden, koştuğum yol beni, nereye çıkarırsa oraya gitmeye karar vermiştim. Ağacın dibinden çıkıp, ışık hızıyla koşmaya başladım. Ölüm korkusu, başa belaydı. Şuan düşünecek vaktim yoktu. Tamamen kendimi, koşmaya odaklamıştım. Sonuna geldiğim yolun yanında bir göl, onun yanında da bir, restorant vardı. Hiç düşünmeden restoranın içine dalıp, "Yardım edin! Lütfen! Ölümle burun burunayım!" Diye bağırdım. Beni biri omuzlarımdan tutup, kırmızı bir sandalyeye oturttu. Bir başka biri bana, su getirmişti. Suyu bir anda kafama diktim. "Lavabo var mı?" Diye sordum, suyu getiren çocuğa. "Tabi efendim, buyrun sizi götüreyim" Dedi, "Gerek yok, yerini söyle yeter" Diye atıldım. Lavabonun yerini söyledikten sonra hızlı adımlarla oraya yöneldim. Tam içeri girdim ki, sert bir şekilde birine çarptım. "Hey, ufaklık. Yavaş" Dedi ses. "Çekilir misiniz?" Dedim yüzüne bakmadan. Bir eli çenemi tuttu ve yüzümü havaya kaldırdı. Yüzünü gördüğümde gözümü devirdim. İlk başta gözleri, yüzümde dolandı. En sonunda gözleri dudaklarıma indi. Bir anda beni kendine çekti ve dudakları, dudaklarıma yapıştı. İttirmeye çalışsam bile bir adım bile geri çekilmemişti. Çekilmesi için karnına dizimi geçirdim. "Çık git be şurdan! Ne hakkın var beni öpmeye!" Diye bağırdım. Eşzamanlı olarak da çenemdeki elini çektim. "Sakin, llew babi¹" Diyerek ellerini suçluymuş gibi havaya kaldırdı. Gözlerimi kapattım ve köşeden sıyrılmaya çalıştım. Ancak önüme geçti ve geçmeme izin vermedi. Ona sataşmamak için, kendimi zor tutuyordum. "Cidden o kadar kolay geçeceğini mi zannettin? Güldürme beni" Dediğinde, yüzümü sıvazladım. "Gülsene" Dedim inadına giderek. "Hayırdır? Bugün bir özgüven gelmiş sana" Gözlerimi sıkı sıkı kapadım ve dudağımı ısırdım. Gözlerimi açtığımda Marcon, gözlerimin önüne kafasını getirmiş ve gülümsüyordu.
Ve bu yaptığı tam olarak, aptallıktı.
Anında yüzüne bir yumruğumu geçirip, lavaboya koştum. Arkamdan geleceğini biliyordum. Lavaboya girer girmez lavabonun kapısını kitledim. Kabinin bir tanesine girdim ve o kapıyı da kilitledim. Bilerek, tavanında boşluk olan kabini seçmiştim. Şanslıydım çünkü, girdiğim kabinde klozet tarzı yeşil bir tuvalet vardı. Bir ayağımı sağlam bir şekilde, klozete benzer şeye yasladım ve diğer ayağım duvara dayalı bir şekilde boşluğun önündeki kapağı açtım. İçerisi o kadarda dar değildi. En azından ben, rahatlıkla geçerdim. Lavabonun kapısına, vurmaya başladı. O sırada ben o boşluğa girdim ve kapağı arkamdan kapadım. Havalandırma gibi bir şeydi. Yolunu takip ederek bir gün ışığına rastladım. Ancak dışarı çıkabilmem için saydam ve sert olan nesneyi kırmam gerekiyordu. Kolumla kırmayı bir süre denedim ama kıramadım. Bu sefer geriye doğru yatıp, tekme attım. Küçük bir yer kırılınca, tekme atmaya devam ettim. Benim geçebilceğim kadar kırınca kafamı çıkarıp, dışarıya baktım. Çimenlikti. Yavaşça kendimi dışarı attım. Üstüm başım, toz olmuştu. Üstümdeki tozları sirkeledim. Burdan nasıl saraya gideceğimi bilmiyordum. Olduğum yerde ise bir Elf bulmak çok zordu. Kafama göre yürümeye başladım.
🍂
Hava hafiften kararmaya başlamıştı. Ve ben hala dışarda sürtüyordum.
Bir sürü ağacın içinden müzik sesleri geliyordu. Seslerin geldiği yere ilerledim. Etrafa bakındım.
En sonunda başıma birşey gelmeden, Elf topluluğunun olduğu bir yere gelmiştim. Çimenlik bir alandı. Dans eden Elfler bana garip gelmişti. Aralarında gezinmeye başladım. "Hey! Esal! Ne işin var burda?" Dedi, arkamdan gelen ses. Arkamı döndüğümde kendinden geçmiş bi' Elena gördüm. "Ah, Elena. Burada olduğun için çok şanslıyım" Dedim, ellerimi omzuna koyarak. "Sen, bu saatte? Tek başına?" Dedi Elena. "Evet. Hadi lütfen artık saraya gidelim" Dedim kafamı hafif yana eğerek. "Tamam, ama dur, bir dakika" Diyerek işaret parmağını kaldırdı ve bir çiçeğin yanına gitmeye başladı. "Hey! Napıyor bu?" Diye bağırdı arkamdan biri. Müzik durmuştu. "Elena! Aç şu müziği!" Diye bağırdı bir başka biri. "Öncelikle hepiniz beni dinleyin" Dedi sakinlikle Elena. "Herkes kendinden geçmiş gibi duruyor. Bu eğlence burda bitmiştir. Herkes dağılsın!" Diyerek bağırdı çiçeğe doğru. O çiçek bir mikrofondu. Herkes, hiçbir şey demeden mekandan uzaklaşmaya başladı. "Haydi! Gidelim" Dedi Elena. "Ah, saraya yürüyemeyiz. Uzak kalıyor. Bekle" Diyerek yine başka bir yere gitmeye başladı. "Haru!" Dedi. O sırada ordan bi' asker çıktı ve at arabasıyla geldi. Elena eliyle gel işareti yapınca yürümeye başladım. "Madem böyle şeyler vardı, biz niye atların üstünde tepiniyorduk?" Dedim Elena'ya. "Söylenme Esal, bin şuna" Dedi. Bindikten sonra bacaklarımın ağrıdığını hissettim. "Oh be, sonunda" Dedi Elena. "Elena, niye her yerde seninle karşılaşıyoruz?" Diye sordum. "Her yerde olduğum içindir, bebeğim" Diyerek göz kırptı. Ufak bir kahkaha patlattım. Yola devam ederken, hepimiz sessizdik.
🍂
Bir süre sonra, sarayın girişinde at arabasından indik. Lucas'ı sarayın kapısında beklerken gördüm. Beni görür görmez nerdeyse koşarak yanıma geldi. "Nerelerdesin sen? Başına birşey geldi zannettim" Dedi omzuma elini koyarak. Gözlerinden endişe akıyordu. "Başıma birşey geldi zaten. Neyse ki kurtulmayı başardım" Dedim gözümü devirerek. "Ne geldiğini biliyorum. Ama o zaman yanına gelemezdim" Dedi saraya giderken. "Neden gelemezdin? Çünkü daha önemli işlerin vardı değil mi? Veya Aclanlar bana saldırırken sen hala onlara nasıl karşı çıkacağız diye düşünüyordun değil mi?" Dedim sesimi hafif yükselterek. Eşzamanlı olarak da durup yüzüne bakıyordum. Yüzüme sadece bakıyordu. "Bir cevap bekliyorum" Dedim. Yüzüme daha fazla baktı ve konuşmadı. Ben ise daha fazla ayakta beklemek istemediğim için saraya doğru ilerlemeye başladım. Sarayın içine girdiğimde etraflarda kimse gözükmüyordu. Üst kata çıkıp odama girdim. Kirlenmiş çiçekli elbisemi, pembe, uzun, tüllü ve vücuduma tam oturan bir elbiseyle değiştirdim. Yatağa uzandım ve ellerimi karnıma koydum. Tavana bakarken, kapı tıklatıldı. Ses vermedim. Tekrar tıklatıldı. Yine ses vermedim. Hala tavana bakıyordum. "Esal?" Diye seslendi tanıdık olan ses. Yine de ses vermeyince kapı hafif aralandı. Gözlerimi tavandan çekip kapıya çevirdiğimde Elson'u gördüm. Gözlerimi onun üstünden çekmedim. "İyi misin?" Diye sordu. "Hemde hiç olmadığım kadar" Diye yanıtladım. Yüzüm ifadesizdi. "Neden geldin?" Diye sordum. "Abi-" Derken sözünü kestim. "Onun hakkında hiçbir şey duymak istemiyorum şuan, Elson" Dedim ve gözlerimi tavana tekrardan çevirdim. "Ama, seninle konuşmak istiyor. Ayrıca, bir sürprizi varmış" Dedi. "Sınırları zorlamasın" Dedim sakin bir ses tonuyla. "Gelsi-" Derken yatakta, oturur pozisyona geçtim. "Gelsin" Diye sözünü kestim. Kapıyı kapatıp gitti ve bir kaç dakika sonra kapı yine tıklatıldı. "Gel" Dedim. Kapıyı açıp, odanın içine yürüdü ve yatağın hemen karşısında olan tabureye oturdu. "Ne diyorsun şimdi?" Dedim bağdaş kurarak. "Ben seni orda bilerek tek başına bırakmadım-" Dediğinde yüzümü sıvazladım. "Bıraktın! Bilerek bırakmasan bile bıraktın! Beni biliyorsun burada neyi nasıl yapacağımı yeni yeni öğreniyorum. Ve sen beni o saldırıda beni hedef almalarına rağmen, tek bıraktın!" Diye bağırdım. "Bu saldırıların hepsi her an olabilir! Sende bende hedef alınabiliriz! Tek bırakmamın sebebi biraz ne yapman gerektiğini bilmen ve nasıl kaçman gerektiğini öğrenmendi!" Dedi ve sustu. "Ya benim başıma bir şey gelseydi? Ya o mızraklardan biri benim kafama saplansaydı! O zaman ne yapacaktın? O zaman da mı böyle diyecektin?" Diye bağırdım. "Ama böyle bir şey olmadı. Olmayacak da!" Diye oda bağırdı. "Nereden biliyorsun olmayacağını?" Dedim hafiften sesimi azaltarak. Yüzüme öylece baktı. "Nereden biliyorsun!" Diye yüzüne haykırdım. "Bilmiyorsun" Dedim kafamı sağ sola sallayarak. "Çık odadan" Dedim. "Akşam, benimle yemeğe çıkar mısın?" Gözlerimi indirdiğim yataktan yavaşça kaldırıp Lucas'ın yüzüne baktım. "Ne bu? Bir çıkma teklifi mi?" Diye sordum. "Evet, bu bir çıkma teklifi" Dediğinde donup kaldım. "Kabul edersen, akşam ki yemeğe gelirsin. Etmiyorsan, kendini yormana gerek yok" Diyerek ayaklandı. Kapıya doğru ilerlemeye başladı. Tam kapının kolunu tutacaktı ki dönüp "Unuttum" Dedi. Kaşlarını havaya kaldırdı ve önüme bir kağıt koydu. "Gidiceğimiz yerin adresi. Eh, gerisi sana kalmış birşey" Dedi ve kapıyı çarpıp gitti. Arkasından bir süre baktım. Daha sonra elimde ki kağıda bakıp yataktan kalktım. Hemen gidip dolabı açtım ve giysilere bakınmaya başladım. Beyaz elbiseler, dikkatimi çekmişti. Üstü hafif bol, belinde, kemere benzer lastik vardı. Bel kısmından sonrası ise kat kat, tüllerle süslenmiş olan bir elbiseydi. Elbiseyi alıp, yatağa attım. Dolabın kapağını kapatıp, yanındaki ayakkabı dolabına gittim. Koyulan ayakkabılara baktım. Genellikle renkli ayakkabılar vardı. Alt taraflara doğru bakındım. En alt rafta şeffaf ayakkabılar yer alıyordu. Gözüme çarpan bir ayakkabıda durdum. Grimsi ve şeffaf karışımı bir ayakkabıydı. İnce topuktu. Çapraz
Bir şekilde ayağın üstünden geçiyordu. Minicik taşları parıl parıldı. "Sanırım bu, en uyumlusu" Diyerek eğildim ve ayakkabıyı aldım. Sıra takılara gelmişti. Takıların olduğu çekmeceyi açtım ve kendime bir kolye aradım. Sarı bir kordonu olan, üstünde kelebek logosu olan, kelebeğin ortasından göğüse kadar uzanan bir taş vardı. İncecik olduğundan dolayı çok kötü durmuyordu. Onu da alıp bir bileklik seçmeye başladım. Taşlı bir bileklik vardı. Bunda da kelebek logosu vardı. Kordonu incilerle süslenmişti. Bunuda bileğime geçirip yatağa doğru yürüdüm. Elbiseyi alıp koşa koşa kapıyı kilitledim. Yüzümde gülümseme eksik olmuyordu. Kendime gelmem için, bir tokat attım yanağıma. Hemen üstümdeki elbiseyi çıkarıp, seçtiğim elbiseyi üstüme geçirdim. Güzel duruyordu. Kendi etrafımda döndüm. Yatağın yanına geri dönüp, topuku ayakkabıları da ayağıma geçiriverdim. Ayağa kalktığımda, neredeyse düşüyordum. Bir adım attım ve dengede durmakta zorlandığımı fark ettim. Diğer adımım biraz daha sert oldu. Yere daha sağlam bastığımdan olacak ki, dengemi kaybetmedim. Diğer adımım da sert oldu. Sert yürüyünce, dengemi sağlayabiliyordum. Aynanın karşısına geçip kendime baktım, güzeldim. Takılarımı kapıp odamdan çıktım. "Elena! Elson!" Diye bağırdım merdivenin başında. O sırada Elena'dan bir ses duyuldu. "Buradayı, Esal. Ne oldu?" Diye merdivenin başında, aşağıda durdu. "Gel bana yardım et. Bu topuklularla ben asla merdiven inemem" Diye söylendim. Gülerek merdivenleri çıkmaya başladı. Yanıma ulaştığında koluma girdi. Yavaş yavaş inerken konuştu. "Hayatında hiç mi topuklu giymedin?" Dedi. Yüzünde hala bir gülümseme vardı. "Giydim, ama ince topuk giymedim" kaşları havaya kalktı. Merdivenlerden indiğimizde Elson, odadan çıkmış yanımıza doğru geliyordu. "Esal? Hayırdır bu hazırlanmalar? Nereye?" Dedi Elson. "Ay! Sizin haberiniz yok muymuş? Abin, yani abiniz bana çıkma teklifi etti-" Dediğimde Elena'dan bir ses yükseldi. "Ne! Bizim nasıl haberimiz yok!" Diye bağırdı. "Yani şöyle ki-" Tam rollere girmişken Elson sözümü kesti. "Yani siz şimdi çıkıyor musunuz! Cidden mi ya? Bende diyordum abim çok geç kaldı, gidecek gül gibi kız!" Diyerek gülümsedi. "Arkadaşlar! Öncelikle sakin olur musunuz? Öyle bir çıkma teklifi olduğunu düşünmüyorum. Randevuya çıkmaya teklif etti sadece. Bu kadar, abartılacak birşey yok! Aaa ne kadar büyüttünüz" Dediğimde ikisi de bana ters ters baktı. "Ne var? Niye öyle bakıyorsunuz?" Diye sordum ikisine de bakarak. "Ben buda bir çıkma teklifi diye düşünüyorum. Bana göre siz artık gerçek bir sevgilisiniz" Dedi Elson, sonlara doğru sesini kısarak. Gözümü devirip yürümeye başladım. "Gelin de makyajımı yapın, ne bileyim ben makyaj yapmayı?" Dedim aval aval bakan Elena ve Elson'a. "İyi be tamam!" Diye söylenerek geldi Elena. "Gel şöyle şuraya" Diyerek bir odaya soktu beni Elson. Elena önden giderek sandalyeye benzer şeyi çekti ve oturmam için işaret etti. İşaret ettiği yere oturdum ve yüzüme birşeyler sürülmeye başlandı. İki kişi aynı anda bir ordan bir burdan çekiştirip duruyorlardı. "Yavaş arkadaşım yavaş" Dedim. Aynadan bana ters bir bakış atıp işine devam etti, Elena. "Çok abartılı birşeyler yapmayın sakın" Dedim. İkisi birbirine bakıp işlerine devam ettiler. İşleri bittiğinde şeftali tonunda bir makyajım olmuştu. "Teşekkür ederim kızlar! Akşama doğru kim, beni bu yere bırakır?" Diye elimdeki kağıdı gösterdim. "Orası neresi?" Kağıtta yazan adresi okudum. "Pridd* restorant. Cam kenarı en... Bir dakika bir dakika orası da bana kalsın" Diyerek durdum. "Yakın bir yer. Ben bırakırım" Dedi Elson. "Teşekkürler!" Diyerek yürümeye başladım. "Oha, çok iyi yürüyorsun!" Diye bağırdı arkamdan Elena. "Çözdüm kızım işi!" Diyerek öpücük attım. Merdivenleri çıkıp, odama girdim. Hemen makyaj masamın önüne geçip kafama göre bir koku sıktım üstüme. Sonucunda her türlü güzel kokacağımı biliyordum. Hemen odadan çıkıp, merdivenleri inmeye başladım. Eşzamanlı olarak ise Elson'a bağırdım. "Elson! Çıkalım mı hava kararıyor!" Odadan çıkıp, "Haydi o zaman" Dedi. Sarayın çıkışına doğru yürüdük. "Ay! Senden daha heyecanlıyım!" Dedi. "Benim heyecanım içimde saklı" Dedim göz kırparak. "At arabayla mı yürüyerek mi?" Dedi. "Yakınsa yürüyelim" Dedim. Yürümeye başladık. Yol boyu ikimizden de ses çıkmadı. Restorantın önüne geldiğimizde mekanın girişine doğru yürürken seslendi. "İyi şanslar!" Gülümsedim ve yürümeye devam ettim. Mekan kapalı değildi.
Cam kenarı, en arka masa.
Söylediği yere ilerlemeye başladım. Tam orada ellerini birleştirmiş, etrafa bakınıyordu. Gözlerini bana çevirince gülümsedim ve kafamı hafif yere eğdim. Ayağa kalktı ve sandalyeyi çekti. "Teşekkürler" Dedim ve oturdum. Karşıma geçerken onu izledim. "Geleceğini düşünmedim. Çok sinirliydin" Dedi. "Olur öyle şeyler, arada" Diyerek şakaya vurdum. "Ne istersin?" Diye sordu. "Sence ben burada ki yemekleri biliyormuş gibi duruyor muyum?" Diyerek yüzümü gösterdim. Bunu derken hem ona yaklaşmıştım hem de fısıldamıştım.
"Ceylan eti ve Dopoglu söylüyorum o zaman" Diyerek bir yaprak koydu masaya. Anında bir adam yanımıza ulaştı ve "Buyrun, Lucas Bey" Dedi. "Bir Ceylin eti ve Dopoglu alalım biz" Diyerek adama baktı. "Tabi ki, Pump* en fazla Blaen i'r funud* burada olacaktır Efendim yemeğiniz" Diyerek yanımızdan ayrıldı. "Geldiğimiz yeri beğendin mi?" Diye sordu. Geldiğimiz yerin yanında göl vardı. Ayrıca buranın içi bembeyaz ve tertemizdi. "Güzel aslında" Dedim etrafı daha fazla incelerken. "Anladım"
🍂
Lucas'ın güncesinden;
Çok güzel görünüyordu. Şeftali tonunda bir makyaj yapmıştı. Bu, ona yakışmıştı. Beyaz bir elbise giymişti. Ona yakışacağını düşünerek ben almıştım o elbiseyi. Yakışmıştı da. Ayakkabısı ise parıl parıldı. O, tamamen göz alıcıydı. Yemeklerimizi bekliyorken, onu incelemiştim. Ona bakışlarımı dikmişken o, etrafı incelemekle meşguldü. Beyaz onu çok açmıştı. Esal'in hemen arkasında bir hareketlilik gördüm ve gözlerimi oraya çevirdim. Simsiyah, dapdar bir elbise giymiş ve kıpkırmızı ruju dudağına sürmüş olarak yanımıza yaklaşıyordu.
Sheila.
*Pump, Galce dilinde "Beş" anlamına gelir.
*Blaen i'r funud Galce dilinde " En fazla on dakikaya" anlamına gelir.

MariposaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin