Belimden kaldrıp suyla temasımı kesti. İlerleyip kumlara çıktı. Beni indirdi ama kollarını belimden çekmiyordu. Uzaklaşıp arkamı dönüp onu inceledim.
Siyah üst 2 düğmesi açık gömleğinin üzerine camel yeleği vardı sadece. Siyah pantolonu uzun bacaklarını sarmıştı. Benim neredeyse üst bacağımın bitimine gelen su onun diz kapağına bile gitmemişti.
Saçlarının dağınıklığı, karanlıkta pek belli olmasa da gözlerinin kızarıklığı yorgunluğunu belli ediyordu.
Dudaklarımı birbirine bastırıp ağlamamak için gözlermi birkaç kere ard arda kırpıştırdım. "Niye geldin?" hesap sorar gibi olan cümlem titreyen sesimle etkisini kaybetmişti.
"Gideyim mi?" dedi. Git desem gidecek gibi masum soruyordu. Ama gardımı bu kadar çabuk indirmeyecektim. "Git"
Adem elmasının yavaşça hareketini izledim. Dudaklarımı büzüp kollarımı beline sardım. Yüzümü göğsüne gömdüm. Büyüleyici kokusundan iki gün uzak kalmıştım.
Göz yaşlarım yeleğini ıslatıyordu.
Bu anı bekliyor gibi belimden tutup havaya kaldırdı. Bacaklarımı beline sarıp sıkıca sarıldım.
3 gün değil senelerce ayrı kalmış gibi hasretle sarılıyordum. "Buz gibisin Aden niye giriyorsun suya?" söylenerek yürümeye başladı. Gitmeden önce eğilip yerden ceketimi ve ayakkabılarımı aldı.
"Girmeden durdursaydın" burnumu çektim omuz silkerek. "Koştum zaten yetişemedim" kollarını sırtıma sarmıştı aynı zamanda hareket ettiriyordu. Kazağın üzerinden bile ısıtıyordu teninin sıcaklığı.
Yol ile deniz arasında epey mesafe vardı. Arabaya binesiye kadar kafamı boynuna sokmuştum. Burnumu tenine yaslayıp soluklanıyordum.
Arabaya geldiğimizde arka kapıyı açtı. Beni içeriye oturtup kendide içeri girdi. Koltuğu ileri itti tamamen çünkü bacakları sığmamıştı. Üzerimdeki kazağın eteklerini tuttu. Yavaşça çıkartıp koltuğa attı.
Arabanın tüm camları filmliydi neyse ki. Ellerni kollarımda gezdirdi. "Buz gibi olmuşsun" suçlu bir çocuk gibi gözlermi kucağıma indirdim.
Sütyenin kopçasına uzanıp ufak bir uğraştan sonra onu da çıkarttı. Şu an hiç imalı bakmıyordu tek amacı daha fazla üşümeden bir an önce üzerimdeki her şeyi çıkartmaktı.
Üzerimdekilerin hepsini çıkarttı. Arka camın önündeki boşluktan siyah kaşe kabanını aldı. "Kaldır kollarını" dediğini yaptım.
Kaban uzun boy olanlardandı yani onun bile diz altına geliyordu muhtemelen. Ayağa kalksam yerlerde sürünürdü. İçine düşmüştüm resmen. Önünü kapatıp iplerini düğüm attı.
Arabadan inip sürücü koltuğuna geçti. Klimaları çalıştırdı. Arkaya dönüp ellerini uzattı "Gel buraya" hiç itiraz etmeden yarı şekilde ayağa kalktım.
Kollarımın altından tutup kaldırdı. Kucağına yan şeklide oturttu. Saçlarımı geriye attı.
"Niye daha önce gelmedin?" suçlu oymuş gibi. "İstemezsin sandım" derken eğilip boynuma bir öpücük bahşetti.
"Şimdi niye geldin?" gülümsedi ama burukça. "Ben zaten evden çıktığından beri seni takip ediyordum. Denize girince geldim. Hem özledim. Sen özlemedin mi?"
Hâlâ takıntılı takıntılı hareketler yapıyordu kara gözlüm.
Boynuna sarıldım. Öyle sıkı sarılıyordum ki eğer bırakırsam onu benden alacaklar gibi. "Çok özledim Altan." diye tekrar ağlamaya başladım. "Ağlama bebeğim"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Korubaşı Mahallesi
Historia Corta"Avuçlarım arasında çırpınıp duran minik bir kuşsun. Sarıyorum yaralarını seni ait olduğun yere gökyüzüne salma vakti geliyor. Beceremiyorum açamıyorum avucumu, bırakmak istemiyorum. Minik kuşum bulamaz ki bana gelen yolları, giderse sonsuz gökyüzün...