- 32 -

31 5 2
                                    

Felix istemeye istemeye Chris'in evini saat daha geç olmadan terk etmiş ve Kang malikanesine dönmüştü.

Chris Felix'in anlattıkları ile kendisini çok kötü hissetmişti ve çok kararsızdı. Ne yapmalıydı? Felix'in teklifini kabul edip on dokuz yaşında, henüz daha okurken daha yeni reşit olmuş sevgilisinden çocuk mu yapacaktı yoksa teklifini ret edip sevgilisinin hiç tanımadığı biri ile evlenip mutluluk konusunda sevgilisinin risk almasına mı sebep olacaktı?

Bilmiyordu. Hem de hiç bilmiyordu.

Felix Chris'in teklifini kabul ettiğini umut ederek ayrılmıştı erkek arkadaşının evinden. Malikaneye ulaştığında doğrudan kendisini odasına attı. Çantasını getirmemişti çünkü birkaç eşyasının sevgilisinin evinde kalmasını istiyordu, zaten evinde çok fazla eşya vardı.

Sarışın geç yatağında uzanırken sevgilisine eve vardığı ile alakalı bir mesaj atıp kendisini uykuya teslim etti.

Yaklaşık bir buçuk saat sonra kapısının çalınması ile gözlerini ağır bir şekilde araladı Felix. Yatakta doğrulup oturur pozisyonda geldi ve dudaklarını ıslatırken kısık gözleri ile etrafa bakındı. "Hm..?" 

"Felix," Diye mırıldandı Minho kapının arkasından. "Bebeğim... İçeri girebilir miyim?"

Felix'in aklı yerine gelince Felix kafasını iki yana sallayıp ayağa kalktı ve ağır adımlarla kapısının önüne geçip kapıyı açtı. "Efendim?"

"Tanrım..." Diye mırıldandı Minho. "Şükürler olsun! Tanrım... Şükürler olsun..." Babasının yüzünde ne kadar minnettar olduğunu belli eden gülümsemesi vardı. Oğluna sıkıca sarılıp geri çıktı. "Bebeğim.. Çok teşekkür ederim." 

"Baba," Felix bıkkın bir şekilde birkaç adım geri çıktı. "Yapma, lütfen."

"Güzelim... Ne oldu?"

Felix kaşlarını çattı anlamaz bir şekilde. "Ne demek ne oldu?"

Minho başını eğip dudaklarını birbirine bastırdı. "Felix... Seni anlıyorum."

"Nasıl?" Diye sordu Felix öfkeli ve sert çıkan ses tonu ile, gayet sakin duruyordu. "Ne demek seni anlıyorum?"

"Felix," Dedi Minho nefesini vererek. "Ben de senin gibiydim." Oğlanın duyduğu ile bakışları biraz yumuşadı. 

"Ne?"

"Benim de bir... Sevdiğim vardı. Aşık olduğum, beraber olduğum... Sevdiğim... Beni seven. Aşkımı tam yaşadığım dönemlerde beni annen ile evlendirdiler. O zamanlar çok üzüldüm. Ama sonra..." Hala üzgündüm. Hep üzgün oldum. Anneni hiçbir zaman sevemedim, güzelim. Özür dilerim... Ama ben hep ona aşıktım. Hala geceleri rüyama giriyor. Onu unutamıyorum ben. Özür dilerim... Sadece seni sevdim. Seni sevebildim. "Annene aşık oldum. Onu çok sevdim... Sonra da aşkımızın meyvesi... Sen doğdun, Felix. Ve ben bundan hiç pişman olmadım." Minho oğlunun ellerine uzanıp, minik ellerini tuttu. "Sen harika bir anne olacaksın, Felix. Ayrıca... Çocuğunun babası da seni çok mutlu edecek. Etmezse mahvederim onu."

"Baba..." Diye mırıldandı Felix. "Ben... Bilmiyordum."

"Güzelim... Hadi... Kırma bizi ve evlen, Yeonjun ile. Tanıyoruz biz ailesini. Çok iyi insanlar. Sana çok iyi davranacağına eminim."

"Ama baba... Ben Chris'e aşığım."

"Yeonjun'a da aşık olursun. Chris'i belki unutamazsın ama emin ol Yeonjun'a da aşık olursun."

"Ama istemiyorum.."

"Olmaz, Felix. İstemiyorum yok. Sen çocuk değilsin."

Felix başını eğip dudağını ısırdı. Ne demesi gerektiğini hiç bilmiyordu. "Tamam... O zaman... Bana onunla bir buluşma ayarlar mısınız, yarın için?"

Minho'nun yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı. "Sen bu dünyadaki en iyi oğulsun, Felix. Seni tebrik ederim. Hep olgun bir çocuktun ve olgun bir çocuk olmaya devam ediyorsun. Seninle gurur duyuyorum."

"Teşekkürler, babacığım." Dedi Felix mutluluktan uzak olan ses tonu ile.

Minho bit süre düşündü. "Beraber gezmek ister misin?"

Felix eğidiği başını duyduğu şey ile kaldırdı. "Nasıl yani?" Diye sordu. Şaşkındı.

"Beraber ormana gidelim. Biraz yürüyelim."

"Şu an mı?"

"Hm hm."

"Geç olmadı mı?"

"Güneş batana kadar gezeriz. Sonra geri geliriz eve. Olur mu?"

Felix sevinçle gülümsedi. "Harika olur, babacığım. Teşekkür ederim."

"Ben gideyim o zaman, oğlum. Sen hazırlan. Ben de hazırlanacağım. Anneni görürsem de biraz onunla az önceki konu hakkında konuşurum."

"Tamam, babacığım."

Felix hızla, hevesle hazırlanıp evin giriş katına indi. Babası da gelince beraber gezmeye çıktılar.

-

"Hyung, sıra sende."

Hyunjin endişeli bir şekilde karşısında endişeli bir şekilde bilardo masasına bakan Jeongin'e baktı. Dalmıştı ve bakışları çok ölümcüldü. Şu an ne düşünüyorsa artık o düşündüğü şeye çok sinirliydi.

"Hyung, sıra sende." Diye yineledi Hyunjin. "Hyung!"

Jeongin eğdiği kafasını kaldırmadan Hyunjin'e baktı. "Ne var, Hyunjin?"

"Sıra sende diyecektim..." Diye mırıldandı Hyunjin. "Ama," Dedi bu sefer daha ciddi bir şekilde. Duruşunu dikleştirdi ve kendinden emin bir şekilde, "Kafanı meşgul eden başka bir şey var. Eminim. Anlatmak istemez misin?"

"Ah... Hyunjin..."

"Hyung yapma böyle. Biliyorum işte." Jeongin dertli bir nefes verdiğinde Hyunjin elindeki istekayı yerine koyup büyüğü elinden tutup koltuklardan birine oturtturdu. "Anlat bana. İçin rahatlasın." Jeongin öylece durdu birkaç saniye. Hyunjin ise onu bekledi. "Konuştun mu onunla?" Jeongin gözlerini yumup kafasını aşağı yukarı salladı.. "Ona gerçeği söylemelisin."

"Söyleyeceğim..." Diye mırıldandı Jeongin hüzünlü çıkan ses tonu ile. Hyunjin hafifçe gülümseyerek büyüğe sarılıp geri çekildi. "Teşekkür ederim, güzelim. Teşekkürler."

Hyunjin, "Rica ederim." Dediğinde Jeongin'in yüzüne şirin bir gülümseme yayıldı.

O sırada bilardo salonuna biri girdi. Üzerinde uzun boylu, üzerine beyaz bir gömlek, siyah bir süveter giymişti. Altında da kadife bol bir pantolon vardı. Sevimli gözüken ciddi bakışları ise doğrudan Jeongin'deydi. "Jeongin?"

-

Felix vücuduna vücut kremlerini sürüp üzerine pijamalarını geçirip koşarak yatağına attı kendini. Sırtüstü yatağa uzanıp derin bir nefes verdi.

Babası ile yaptıklarından dolayı çok ama çok mutlu hissediyordu. Babası ile harika şeyler yapmıştı. Hatta bir ara babası o kadar mutlu olmuştu ki oğlunu sırtına almış çimenlikte koşturmuştu.

O an Felix'in aklına annesi geldi. Annesinin onu başka biri ile evlendireceği gerçeği...

Yumduğu gözlerini hüzünle açıp tavana baktığında duyduğu tok ses ile kaşlarını çatarak aniden doğruldu. Etrafına bakınırken bir ses daha duydu. 

Biri camına taş mı fırlatıyordu?

Felix hızla yatağından inip tüylü, şirin, yumuşak terliklerini giyip boydan boya yapılmış küçük Fransız balkonunun kapılarını açtı ve aşağı baktı. Ve o an tanıdık bir sima ile karşılaştı. Bu yüz gülümsüyordu ve mavi gözleri doğrudan Felix'in mavi gözlerine bakarak tüm pozitif enerjisini ona empoze ediyordu.

"Chris?"

"Yukarı nasıl çıkabilirim?" 

"Nasıl girdin?" Dedi Felix hayretle. "Git hemen. Biri görecek."

"Görmez görmez."

"Chris, git hemen."

"Olmaz. Gitmem. Yakında olacak çocuğumun annesi olacak kişiyi bırakmam."

miibn - chanlix Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin