"Ne zamandan beri kocan ofise çiçek gönderiyor?"
Cassie'nin ofisine girdim ve önlüğümü giymeden önce masasındaki güllere bakarak kafamı kaşıdım, "Sanırım Jungkook dün gece onu götürdüğüm şu şovu beğendiğini söylemeye çalışıyor."
Kocamla basit bir anlaşmazlık yaşadığımı düşünen Cassie çiçeklerin altındaki kartı aldı ve okumaya başladı, "Dün gece çok güzeldin. Seni tekrar görmek için-"
Aman tanrım.
Bu o.
Küçük ofisin etrafında koştum ve kartı elinden çekerken çok güçlü bir şekilde nefes aldım, "Onu sakın okuma!"
"İyi misin?" diye sordu patronum, şaşkınlıkla bana baktı, kartı küçük yumruğumda buruşturup attığımı bile fark etmedi.
"Onları istemiyorum," diye soludum, "Onları görmeyeceğim bir yere koyar mısın, Cassie?"
"Şey," bana çok garip bir şekilde baktıktan sonra çiçekleri masadan kaldırdı, "Sanırım bu şeyleri eve götüreceğim. Ama onları neden istemediğini anlamıyorum, aranız o kadar kötü mü? Bir dakika, seni tekrar görmek mi? Kocan neden seni yeniden görmekten bahsetsin?"
Önlüğümü giyerken ellerimin ne kadar hızlı titrediğini ve nabzımın attığını gizlemek için, "Unut gitsin," derken arkamı döndüm.
Gün boyunca insanların dişleriyle uğraşırken kendimi sakin tutmaya çalıştım. Min Yoongi tekrar ortaya çıktı. Beni istemediğini açık ve net bir şekilde söyledikten sonra, evliliğimi neredeyse parçalayacaktı. Ama neden? Dün gece gördüğüm kişinin o olduğunu biliyordum, ama neden beni takip etti? Onu anlayamıyorum. Belki de belirli bir nedenden dolayı olmak zorunda değildi, belki de sadece insanlarla oynamaktan zevk alan biriydi ve dün gece taktığı ürkütücü maskenin altında çok daha korkutucu bir şey vardı.
"Erken çıkmaya ne dersin?" diye sordu Cassie aletleri dezenfekte ederken, "Çiçekler için Jungkook'a teşekkür etmek isteyebilirsin."
Neredeyse ağlayan bir yüzle ona döndüm, "Aksine, izin verirsen bu gece daha geç çıkmak istiyorum. Haftalık randevuları ayarlamam gerekiyor."
Cassie şüpheci bir bakış atmak için kaşlarını kaldırdı, "Bak Bella, neden son zamanlarda kafan karışmış gibi hissediyorum?"
"Çünkü kocam ve ben kavga ettik," diye açıkladım, bana inanmasını sağlamak için elimden gelenin en iyisini yaptım, "Çünkü evde işler iyi gitmiyor ve düşünmeden edemiyorum."
"Ama sana büyük bir buket gönderdi," diye itiraz etti, "Bildiğim kadarıyla erkekler bunu aşık olmadıkları kadınlar için yapmıyorlar."
"Hayır yapıyorlar," dedim gergin bir şekilde gülerek, "İnan bana yapıyorlar Cassie."
Dudağını sarkıtarak omuzlarını silkti, "Öyle olsun, ama kocanın seni sevmediğine bir an bile inanmadım."
O gittikten sonra kendime bir fincan kahve yaptım ve ofisin penceresinden caddedeki gece ışıklarını izlerken bir süre düşündüm. Bu çiçekler gelmeye devam ederse onlarla ne yapmalıyım? Jungkook onunla çalışmaya devam ediyordu çünkü Min Yoongi yüzünden şirketini kaybetmek iyi bir seçenek değildi. Ama onu tekrar görmek için hiçbir bahanem yoktu. Sonsuza dek geçmişe gömebileceğim bir yara iziydi. Öyleyse neden hala bunu düşünüyorum?
Jungkook arayıp şirkette bir şeye sıkışıp kaldığı için biraz geç kalacağını söylediğinde rahat bir nefes aldım ve ofisten çıkıp eve gidebileceğimi düşündüm. O geldiğinde çoktan uykuya dalmış olurdum ve sinir bozucu bir konuşma yapmak zorunda kalmazdık. Bu yüzden ceketimi aldıktan sonra ofisten çıktım ve arabamı bıraktığım kapalı otoparka giderken kollarıma sarıldım. Yaz, bahar veya ilkbahar olması fark etmez, Londra her zaman soğuktur.
Gece geç saatlerde içinde birkaç araba olan otoparka girdim ve kendi arabama doğru giderken fark ettiğim bir şey ayaklarımı yere çarptı. Siyah arabanın içinde oturan gölge. Karanlıkta parlayan siyah gözler. Bu onun arabasıydı. Bakışlarımız buluştuğunda yumruğunu ağzına bastırarak sessizce bana bakıyordu ve kendimi bir araya getirmek için hala çok geç olmadığını düşünerek aniden hareket etmeyi başardım. Yön değiştirdim, arkamı döndüm ve neredeyse arabama doğru koştum. Kapıyı açıp bana seslenmeye başladığını görmezden gelerek adımlarımı hızlandırdım.
"Annabella!"
Çok hızlı bir şekilde arabaya bindikten sonra tüm kapıları kilitledim. Yoongi arabamın hemen önünde durdu, ellerini beline koydu, motoru çalıştırmak ve dışarı çıkmamı engellemek için. Dudaklarını okuyabiliyordum, "Arabadan in, Annabella."
Başımı olabildiğince hızlı bir şekilde defalarca salladım. Bunun aptalca olduğunu biliyorum ama bayılmak üzereymişim gibi hissediyorum. Kan vücudumdan çekildi.
"Kahrolası bir korkak gibi davrandım," diye bağırdı otoparkın sessizliğinde ellerini açarak, "Mutlu musun? Şimdi dışarı çık!"
Direksiyona sıkıca yapışmış olan ellerimi kaldırdım ve anahtarı kontağa sokmak için çabaladım. Onu birkaç kez ayaklarımın üzerine düşürürken eğildim ve karanlıkta anahtarlarımı ararken camımda küçük bir tıklama duyarak koltuğumdan fırladım. "Kaba olmana gerek yok," diye tısladı gözlerini üzerimde tutarak, "Çiçeklerimi aldığını biliyorum. Şimdi açıklamama izin verirsen beni bir daha görmek zorunda kalmayacaksın."
Titreyen ellerimle pencereyi indirmek için panele dokundum ve aramızdaki cam tamamen gözden kaybolduğunda, "Açıklayacak bir şey yok," dedim çabucak, "Gitmeme izin ver."
"İçeri girmeme izin ver," diye ısrar etti sertçe.
Derin nefesler nedeniyle dudaklarım neredeyse birbirine yapışırken titrek bir hareketle kapıları açmak için düğmeye dokundum. Yüzünde hafif bir sırıtış yakaladığım adam arabanın etrafında dolaştı ve sürücü koltuğunun yanındaki kapıyı açıp içeri girdi. Yoongi kapıyı kapattığında nefes nefese konuşmaya başladım. "Bunu yapmaya devam edemezsin. Sadece hayatıma giriyorsun, beni tekrar tekrar mahvediyorsun ve sonra benden her şeyi unutmamı ve kocama gitmemi, seni geride bırakmamı istiyorsun. Üzgünüm ama ben o tür bir insan değilim, kendime seni aklımdan çıkarmam gerektiğini söylüyorum ve tam da bunu başardığımda-"
Dudakları çok hızlı bir şekilde benimkine çarptığında nefesim boğazımda düğümlendi. Nefes alamıyordum, büyük avuçları yüzümün her iki tarafına yerleşti ve dudaklarını çekmeden ağzımın üzerinde homurdandı, "Sana aşığım, Annabella."
Vücudumdan derin bir titreme geçti, dizlerim çözüldü ve vücudum kendini tamamen bıraktığında hafifçe üstüme tırmandı, "Sana aşığım."
Başım pencereye yaslandı, sert göğsü hafif bir basınçla benimkine sürtündü ve dudaklarımız sıcak nefeslerle birçok kez birbirine çarptığında ağzıma inledi, "Şimdiye kadar hiç kimseye olmadığım gibi ve bu beni ölesiye korkutuyor."
"Yoongi," ellerimi göğsüne bastırdım ve hafifçe ittim, "Gitmeme izin ver."
"Seni seviyorum," avuçlarından biri belime yerleşti, vücudunu benimkine bastırdı ve dudakları çeneme, boynuma ıslak öpücükler yerleştirirken cildime karşı tısladı, "Seni seviyorum lanet olası."
Baştan çıkarıcı parfümü, saçlarının ilahi kokusu burnumu doldurdu. Dayanamadım, ellerimi uzun tutamların arasından geçirdim, başını yukarı kaldırdı, bakışlarını yüzüme çiviledi ve elini yavaşça pantolonumun belinden geçirirken dudaklarını cildime bastırdı. Çenemin köşesinde küçük daireler çiziyorlardı ve ben buna dayanamıyordum. "Bu gece," diye fısıldadı dudaklarının içi yavaşça çenemin kenarında gezinirken, "Bana gel."
"Yapamam."
Uzun bir parmak yavaşça kasıklarımın etrafına dolandı, vücudumun ortasına yerleşti ve ıslaklığı birkaç kez ovuştururken ağzını kulağıma koydu, "Bana geleceğini biliyorsun Annabella, seni bekleyeceğim."
Dizlerim çözülürken elini hızla geri çekti, keskin dudakları sert bir gülümsemeyle büküldü ve parmağını nazikçe dudaklarına sürttü. Yoongi arabamdan indi ve geldiği gibi hızla karanlığa karıştı.
Ait olduğu yere.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝐂𝐎𝐋𝐎𝐑 𝐎𝐅 𝐓𝐇𝐄 𝐍𝐈𝐆𝐇𝐓 ╏ 𝐌𝐘𝐆✔
Fanfiction"Benden her şeyimi almak istediğini mi söylüyorsun?" "Hayır, ben sadece karınla yatmak istiyorum."