➳ 24

18 3 0
                                    


Üçümüz birlikte eve dönerken bunun gerçek olduğuna inanamıyordum. Sağımda en sevdiğim olan Saye, solumda ise evladım olarak gördüğüm Ha Su vardı.  Zaman farkını da düşünmeden edemiyordum, Ha Su bizden çok küçük olmasına rağmen şimdi yanımızda neredeyse yaşıtımız gibi gözüküyordu.
Sonunda evimizin girişine geldiğimizde demir kapıyı açtım ve dış kapıya gelip anahtarı çevirdim.
Kapıyı içeri itmemle karşıma salon çıkmıştı, koltuğun yanında üç adet uzun çubuk görmüş olsam da önemsemeyerek içeriye geçtim ve koltuğa yayıldım.
"Yoruldum."
Saye hemen arkamdan gelip yanıma oturmuştu, en son Ha Su girerken etrafı inceliyordu ve yavaş yavaş ilerlerken oturduğumuz koltuğun önüne gelince duraksadı. Gözleri açılmış, kaşları çatılmıştı ve bize değil koltuğun yanındaki birşeye bakıyordu.
Tek kaşım havada onun olduğu yere geldim ve onun verdiği tepkinin aynısını verince Saye de gelip baktı.
Ne zamandır orada olduğunu bilmediğimiz üç kılıç öylece dipdibe duruyordu, şüphesizdir ki üçü de üçümüze aitti.
İlk baştaki siyah püsküllü olan Saye'nin, ikinci kırmızı ve siyah renkleriyle işlenmiş olan benim, üçüncü beyaz kılıç da Ha Su'nun bahsettiği kılıcı olmalıydı.
"Ne oluyor ulan?..Bu kadarı da fazla değil mi!"
"Bilmiyorum anasını satayım. Tokayı anlarım, hadi Ha Su'yu burada bulmamızı da anlarım ama bunlar ne iş?.."
Yanımıza baktığımızda Ha Su artık hayret edermiş gibi kılıçlar değil bize bakıyordu.
"Eskiden hiç böyle değildiniz. İkinizin ağzından küfür duymamıştım."
Saye gülerek benden bahsettiğinde içerlemiştim ama aynı zamanda onu haklı buluyordum.
"Annen eskiden beri böyleydi Ha Su! Sen duyma diye ellerimle kulağını kapatırken o kendisini sinirlendiren insanların yedi sülalesine sayıyordu."
"O değil de kılıçları ne yapacağız ya? Birisi gelip de görürse sıkıntı çıkmaz mı?"
Sorduğum meraklı soruya Ha Su gayet düzgün ve mantıklı bir cevap vermişti. Diksiyonu da çok sağlamdı, ne kadar düzgün bir çocuk olarak yetişmişti!
"Evinizde gizli biryer varsa oraya saklayalım şimdilik."
Kılıçları aldık ve benim dolabıma saklama kararı verdik, üçümüz birden dolabın önünde durduğumuzda yavaşça kapağı açtım ve ortaya bana ait olmayan beyaz kıyafetler de dahil tüm giysilerim çıktı. Ha Su ve Saye'nin gözü ise beyaz kıyafetlere gitmişti, onları ilk bakışta çok incelememiş olsam da şimdi hepsinin geleneksel beyaz kıyafetler olduğunu anlıyordum. Tıpkı Ha Su'nun üzerindeki gibi..
"Sanırım senin geleceğinin habercisiydi."
Normal bir ses tonuyla söylediğim cümleye karşı birsüre yüzüme baktılar fakat sonradan ikisi de başını öne eğdi ben kılıçları koyarken.

***

Mutfakta bu sefer de farklı şeyler yapmayı deneyecektim. Menümde Domates Çorbası, Pilav, ve Mantı vardı. Ha Su ise küçükken Yoğurtlu Çorba sevdiğinden ona da Yoğurtlu Çorba yapıyordum. Arkamdan Saye'nin üzgün ve sitemli sesini duyduğumda gülümsedim.
"Bana yok mu?"
"Ha Su'nun neden yoğurtlu çorba sevdiğini anladım sanırım, annesine çekmiş."
Aceleyle sofraya  tüm yemekleri koymuş ve en sonunda bende oturmuştum.
Masaya şöyle bir baktığımda, eskiden Saye ile ben otururken iki sandalye boş kalırdı. Şimdi Saye'nin yanındaki sandalye dolmuş ve o yerin bir sahibi olmuş, sadece benim yanımdaki sandalye boş kalmıştı..
"O zamanlar neden iki sandalyeli masa almadık diye söyleniyordum. Bakıyorum fazla olması işe yaradı."
Gülerek söylediğim şeye Saye de gülmüş fakat Ha Su sorgular gibi bir hal takınıp karşısındaki boş yere bakıyordu.
"Peki ya şu boş sandalye? O da dolacak mı?"
"O mu...Yok, kim gelecek ki?"
Moralimizi geri düzeltmeye çalışıp ikisine de zorla yemekleri tattırdığımda gözlerinde pırıltılar uçuşuyordu. Buradan bana lezzetli diyemeseler bile ben anlayabiliyordum.
Ha Su çorbayı içtiğinde yemeğe özlemle baktığını farketmiştim.
"Saye annem seni getirmeye gittiğinden ve ikinizin de asla dönmediği o günden beri içmemiştim. Özlemişim."

~

"Annemi hala getirmedin Min anne?"
"Getireceğim."
Tahta kâsedeki çorbayı Ha Su'ya içirmeye çalışırken lafımı ikiletmiyor ve yemeğini iştahla yiyordu.
"Bunu çok mu sevdin?"
"Evet."
"Sana hergün yapmamı ister misin?"
"İsterim. Ne ki bu?"
"Yoğurtlu Çorba."
"Başka birşey denesen olmaz mı Min anne?"
"Çocukken içtiğim tek çorba bu olduğu için birtek bunun tarifini biliyorum Ha Su. Anneni getirdiğim zaman sana çeşit çeşit yemek yapar."
"Tamam."

O gün Leyal'i kurtarmaya gittiğimde ikimizde yolun yarısında kalmış ve Ha Su'ya ulaşamadan kâbuslarımıza gönderilmiştik. Wei Leyal sevdikleri tarafından sınandığı için orada olsa bile Ha Su'yu büyük ihtimalle göremezdi. Bir daha ona yoğurtlu çorbasından içiremezdi, sonsuza kadar kâbusunda kalıp kendini mahvetmiş olsaydı.

Öyle olmadı, kâbusuma uymak istemeyip onu hastaneye götürmüş ve öldüğünü kabul etmek istememiştim.
Uyanana kadar hergün yanına giderek gözlerini açmasını ve bunun burada bitmeyeceğini dilemiştim.
Eğer bu uğraşlar tek taraflı olsaydı, asla geri uyanmazdı.

Leyal birkaç gün sonra o anda, kaybettiği tüm kanı başka birisinin kanını akıtarak telafi etmişti...

Devam edecek...

⑅ WeiMing ⑅ {GxG}Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin