➳ 6

18 4 0
                                    


Çocuk aynanın karşısına geçtiğinde gözleri birden parıldamış ve adeta büyülenmiş gibi gözüküyordu. Resmen o eski kirli halinden eser kalmamıştı. Rengi tarif edilemez saçlarının yarısını topuz yaparak güzel bir örgü yapmış, geriye kalan tellerini tarayarak dümdüz yapmıştım. Yırtık kıyafetlerini çıkartıp ona bembeyaz bir hanbok giydirmiş ve işlemeli güzel ayakkabılar hediye etmiştim. Son olarak da başına siyah ve beyaz renklerinden oluşan, kırmızı gül işlemeli bir saç tokası iliştirmiştim.
"Bunlar artık benim mi!"
"Evet."
"Teşekkür ederim anne."
"Bana öyle seslenmemen gerektiğini söylemiştim. Yanlış anlaşılabilir, üstelik bunlar nezaket hareketi olduğu için yaptım. Seni önemsediğimi düşünme!"
"Yalan söylüyorsun! Ellerini belinde bağlayıp konuşurken sesi titrek çıkanlar ve sürekli göz kaçırmaya çalışanlar yalan söyler. Saçınla oynaman da cabası!"
"Şuna bak. Bu yaşında hem çok bilmişsin hem de lafını esirgemiyorsun. Ne yapacağız biz seni?.."
Yalandan çocuğa küsmüş gibi yapmıştım fakat dayanamayıp iç çektim. Odamdan çıkarken onun da benim peşime geldiğini farkettiğimde artık onu yanımdan nasıl uzaklaştıracağımı bilmiyordum.
  Aniden iskelede koşmaya başladığında nereye gittiğini kestiremediğim için ona bağırıp bende peşinden koşmaya başlamıştım.
"Ha Su! Buraya gel!"
Kız çocuğu benim lafıma bile bakmayıp koşmaya devam ediyordu. Gerçekten hızlı koşuyordu ki ben nefes nefese kalmışken o hala dinç gözüküyordu.
  Sonunda pazara girip tahta oyuncak dolu tezgahın önünde durmuştu. Ben nefes nefese yanına gidene kadar her oyuncağa haylazca bakıyordu.
"Şu tahta kılıcı istiyorum!"
"Onu alıp ne yapacaksın?"
"Lütfen an-"
"Şşt! Bana öyle seslenme demedim mi?"
"Abla. Lütfen lütfen lütfen"
Su bacağıma yapışıp beni bırakmayınca bende hareket edemiyordum. Pazara göz attığımda ileriden gelen siyah kıyafetli bir kadın görmüştüm, elleri arkada yürüyordu.
Onu gördüğüm gibi gülümseyip bağırdım, sonuçta arkadaş sayılırdık.
"Hanımefendi Min! Buradayım!"
Ona el sallarken o ise sadece yüzüme ve bacağımdaki bir adet çocuğa bakmıştı. Ben ise Ha Su'dan kurtulmayı başarıp onun yanına gitmeyi başarmıştım.
"Kardeş Min. Burada ne yapıyorsunuz?"
"Diyeceğiniz birşey mi vardı Hanımefendi Wei?"
"Biz kanka değil miyiz yahu? Ne bu resmiyet!"
"Sanmıyorum."
Gerçekten bana hiç pas vermemesine karşı yüzümü ekşitmiştim. Tabi unuttuğum birisi daha vardı arkamda..
Çocuk elindeki kılıçla gelip yine bacağıma dolandığında Min ise gözlerini ona dikmişti.
"Şey o benim..Kızım!"
"Kızınız mı?.."
Ha Su benim bacağımı bırakıp Min'in bacağına yapıştığında refleks olarak elimi ağzıma götürmüştüm. Bu kadar katı bir kadına bu kadar laubali hareketler yapması sakatlık çıkartabilirdi.
"Ha Su! Buraya gel çabuk, niye rahatsız ediyorsun onu! Kusura bakma kardeş Min"
"Demek ismi Ha Su."
"Abla, ben bu ablayı sevdim. O da benim annem olsun."
"Bana bak sen! Her gördüğün kişiye anne demeyi bırakmalısın, yoksa seni yanlış anlayacaklar."
"Yalnız Hanımefendi Wei, kızınız olduğunu söylemiştiniz. Neden size abla diye sesleniyor?"
İşte şimdi tam olarak rezil olduğumu hissetmemle gözlerimi kapatıp iç çekmiştim. İçimdeki utanç sıkıntısı yüzüme yansımış olmalıydı.
"Hanımefendi Wei, iyi misiniz?"
"Bu durumu tamamen aklınızdan çıkarın. Böyle birşey hiç yaşanmadı. Ülkenin saygın ailelerinin lideri önünde utanç kaynağı olmak istemem açıkçası."
Hızlıca Ha Su'yu elinden tuttuğum gibi kendi arkama atmıştım. Min ise garip bir şekilde tebessüm etmeye başlamıştı.
"Kız güzelmiş. Bence onu ortalıkta kızım diye gezdirmemelisiniz, yoksa size bakmaya çalışan çok olur."
"Teşekkür ederim..dikkat ederim."
Min ilk defa bana karşı bu kadar çok kelime sarfettiği için şaşırmıştım ve konuşmayı unuttuğumu düşünerek kekelemiştim.
Ha Su'nun elindeki kılıcı ise bırakmasını söylerken o beni dinlemiyordu, kesinlikle bu çocuk bana çekmiş olamazdı.
Tabii hiç benzerliğimiz olmadığı halde onu kızım diye gezdirmek sakıncalı olurdu..

Aniden kardeş Min satıcının olduğu yere usulca yürümeye başladığında bende ne yapacağını düşünerek bir kaşım havada onu izliyordum. Satıcıyla birkaç kelime konuştuktan sonra göğsünden bir kese çıkartıp içinden birkaç kuruş almış ve bunu satıcıya verip geri yanımıza gelmişti. Eğilerek kız çocuğunun hizasına geldiğinde hafif bir gülüşle onu inceliyordu.
"Bu kılıç artık senin olabilir Ha Su."
Sakince dediği şeyden sonra geri kalkıp yüzünü bana çevirmişti.
"Eğer ona bakamayacak olursanız beni aramanız yeterli olur Hanımefendi Wei. Fakat size sadece bu konuda yardımcı olabilirim. Bu çocuğun ilgisiz kalmasını istemediğimden hepsi, size iyi günler."
Yanımdan ayrıldığında karşım boş kalmıştı.
Olduğum yerde mıhlanmıştım resmen. Ne hareket edebiliyordum ne de ona seslenebiliyordum. Bir süre sonra kendime gelip elimle yanaklarımı kontrol ettim, neyse ki geçmişti.
Birden çocuk konuşmaya başladı.
"Ben şimdi sana anne mi diyeceğim abla mı? Üstelik siz neden benzer kıyafetler giydiniz? Biriniz kırmızı biriniz siyah giyerken ben neden beyaz giyiyorum?"
"Kıyafetlerimiz benzer bile değil. Hem ona da bana da abla diyeceksin. Sakın yoluna çıkayım deme, o benim kadar sabırlı değildir. Yanıma zırlayarak gelmeni istemem"
"Sanki senden hoşlanmış gibiydi."
"Sen çok olmaya başladın ama! Küçücük boyunla neler diyorsun öyle bakayım?"
"Ben kırmızı ve siyah giyinenler çocukları olduğunda onları beyaz giyindirirler diye duymuştum."
"Kim söylediyse yalan söylemiş!"

Aslında gün içinde ve yaptığım fedakarlıklara bile gülmeyen Min, bir çocuğu görünce gülebilmişti. Bu dünyada insanların içinde başka ne sırlar yatıyordu kim bilir!...

Devam edecek...


⑅ WeiMing ⑅ {GxG}Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin