➳ 23

11 2 0
                                    


  Kıza yetişmek için topuklularla koşmaya çalışsam da başaramamış ve can havliyle topuklularımı ayağımdan çıkartıp fırlatmıştım. Gözlerim dolarken ve her hücremin özlem ile birlikte acıya büründüğünü hissederken tüm gücümle bağırmıştım.
"Ha Su!"
Kız kaşlarını çatarak arkasını dönmüş ve bana bakakalmıştı, bana yabancı ve vahşi gözlerle bakıyordu..
Nefeslenip onun yanında durduğumda arkamdan endişeyle Saye de koşmuş ve kolumdan tutarak dengede durmamı sağlamıştı.
Kızın üzerindeki kıyafetler aynı bizim Silla döneminde giydiğimiz kıyafetlere benziyordu ve gözleri hafif çekikti, tabii ki yine bembeyaz giyinmişti..
"Şey..Sizi bir tanıdığıma çok benzettim de"
"Yani?"
"Biraz sohbet edebiliriz diye düşündüm."
İçimde onun benim kızım saydığım kişi olup olmadığını öğrenme isteği alevlenmişti ve adeta bunu öğrenmek için vücudumun sabırsızlığıma karşı yandığını hissediyordum.
"Ailen nasıl? Sana iyi bakıyorlar mı?"
"Benim ailem yok."
"Nasıl yok, sana bakan bir annen de mi yok?"
"Annem yok."
"Küçüklükte nasıl yaşadığını hatırlıyor musun? Giydiğin kıyafetleri biraz garipsedim de.."
"Ha..onlar. Ben küçüklüğümden beri böyle giyinirim."
"Neden?"
"Çocukluğumu Silla döneminde geçirdim de ondan."
Ona bomboş ve anlamaz gözlerle baktığımı farkedince dediği şeyi düşünüp benden özür diledi. Böyle birşeye inanmamı beklemediği için mahcup olmuştu fakat asıl ben onun ağzından bu tür gerçekler duymak istemiştim..
"Kime söylesem inanmıyor, ama eminim çocukluğumun bir kısmı orada geçti ve uyandığımda kendimi bu halde buldum. Siz de inanmayabilirsiniz.."
"O dönemde sana bakan herhangi bir ebeveynin oldu mu?"
"Evet, oldu. İki kadın."
"İsimlerini hatırlıyor musun?"
"Hatırlamak biraz güç, fakat onların bana aldığı tahta kılıcı her zaman yanımda taşırım. Küçükken sevdiğim kişilerin bacağına yapışıp onlara aniden 'anne, baba' demeyi alışkanlık haline getirmiştim. Bana bakan kişilerin isimleri sanırım.. Hanımefendi Wei Leyal vee..."
Biraz bekledikten sonra ikinci bir isim söylemişti fakat ben çoktan gözümden yaş akıtmaya başlamıştım bile.
"Efendi Min Saye'ydi."
Saye bana destek vermeye çalışırken tüm duyduklarıyla o da ürkmüş ve öylece kızın karşısında donakalmıştı.
"Benim, Ha Su. Annen, biziz."
"Ne diyorsunuz hanımefendi?"
Ha Su sanki bizi anlamak istemiyormuş gibi garipçe bakıyordu.
"Hatırla. Beni ilk Mong ailesinin tarikatında bulmuştun, daha sonra sana güzel kıyafetler giydirmiştim. Saçına siyah ve beyaz renklerinden oluşan kırmızı gül işlemeli bir toka takmıştım, pazarda Efendi Min'in bacağına yapışmıştın ve insanları başına toplamıştın. O tahta kılıcı sana ben değil, Saye almıştı. Daha sonra evlenmek zorunda kaldığım için senden ayrılmıştım, ve seni ben yokken Saye büyüttü değil mi?"
Ha Su demin karşımda dimdik dururken şimdi elleri titriyor ve gözleri doluyordu. Çok masum bir yüzü vardı, küçüklüğüne çok benziyordu.
Elimi uzattım ve tir tir titremesine rağmen onun suratını okşadım, belki de bu gerçekten bir rüya ya da hayal değildi...
"Hanımefendi Wei?.."
Evet dercesine kafamı salladığımda o da gözündeki yaşların yanağından akmasına izin vermişti ve hızlı bir hareketle bana sarılmıştı. Gözünden akan yaşların elbisemin kumaşından geçerek tenimi ıslattığını hissediyordum, sonra yüzünü Saye'ye döndü ve ona da sarıldı. İkimize de iki kolunu sarmışken kesik kesik konuşuyordu..
"Sizi çok aradım, ama bulamayınca aramaktan vazgeçtim. Gerçek ailemi bulmak için ne kadar uğraştım!"
Bulmuştu, bulmuştuk. Ondan ayrılıp omuzlarından kavradım ve onu istemsizce soru yağmuruna tuttum.
"Bu zamana kadar ne yaptın? Nerede kaldın, nasıl yemek buldun?"
"Ben iyiyim. Kendi başımın çaresine baktım. Peki siz?"
"Biz iyiyiz."
Gözü başımın üstündeki kan lekeli tokaya kaydığında ürktüğünü farketmiştim, tokayı saçımdan nazikçe çıkarttığım an tüm saçım dağılmış ve kendini serbest bırakmıştı.
"O toka?.."
"Birşey değil."
"Neden burada?"
"Bilmiyoruz. Garip bir şekilde yaşantımız gittide Silla dönemindeki haline benzemeye başladı ve kişiliğimiz de onlarla değişti.."
"Yoksa sizde mi o rüyayı gördünüz?"
"Ne rüyası?"
"Rüyamda şuursuzca biryere gidiyordum. Bulunduğum yer nilüfer gölünün iskelesiydi, gittikçe bir alana geldim birsürü insanın olduğu. Düğün alanı gibi biryerdi fakat beni görmediler, donmuşlardı. İlerledikçe bir kılıca yaklaştım, bembeyaz renkli. Üstünde siyah ve beyaz renklerinden oluşan kırmızı gül işlemeleri bulunuyordu ve sahibi bendim."

Ha Su
Genelde insanlar bana sorar, neden sürekli beyaz giyiniyorsun diye. Küçüklüğümden beri aklımda kalan tek bir cevap vardı, ne azı ne de çoğu;
"İki çiftin bir çocuğu olduğu zaman ilk başlarda onu beyaz giyindirirlermiş."
Kim söylediyse yalan mı söylemiş, yoksa doğru mu? Ona henüz karar verememiştim..

~
Hanımefendi Wei ile Ha Su göl kenarında otururken ve suyla oynarken Wei Leyal'in ona çok iyi annelik yaptığını farkettim. Ellerim arkamda uzaktan ikisini izliyordum, bir yandan da Wei'nin düğününü düşünmeden edemiyordum. Wei belli etmese de buna çok sıkıldığı belliydi benim gözümden.
Aniden bir ton asker gelip Hanımefendi Wei'yi yerinden kaldırdığında hem Ha Su'nun hem de onun suratı düşmüştü.
Konuştuklarını duyamıyordum, dikkatlice olan biteni izlediğimde askerler Wei Leyal'i ortalarına almış götürüyorlardı. Kadının yüzünden düşen bin parçaydı, sanki gitmeye onu zorluyorlarmış gibiydi. Ha Su arkalarından koştu ve bir askerin eteğine yapışarak ağlamaklı bir sesle onu çekiştirdi.
"Annemi bırakın, onu götürmeyin! Annemi rahat bırakın!"
Wei mahcup bir gülümsemeyle gözleri dolu çocuğa sesleniyordu.
"Ha Su! Sakın üzülme, geri gelecek annen. Aileler arası küçük bir mevzu yüzünden götürülüyorum, orada bana çok iyi davranacaklar. Ben gelene kadar sakın ihtiyaçlarını ihmal etme ve kendine iyi bak tamam mı?"
Bunlar küçük bir çocuğu rahatlatmak için söylenen büyük insanların yalanlarıydı...

Ha Su annesinin götürüldüğünü görünce iskeleye oturmuş ve sesli bir şekilde ağlamaya başlamıştı. Dayanamadım ve yanına gittim, Wei Leyal zor durumda kaldığında küçüğe bakacağıma söz vermiştim..
Arkasından yaklaştım ve yanına oturdum, susup başını bana döndüğünde tekrar ağlamaya ve küçük kollarıyla belime sarılmaya başlamıştı.
Rahat etmesi için onu kucağıma oturtduğumda elimle saçını sevmeye başlamıştım birşey demeden.
"Wei annemi götürdüler Min anne."
"Anneni ne zaman görmek istersin?"
"Şimdi!"
"Tamam."
Kaşlarımı çatmıştım gözlerim uzaklarda iken ve elimle çocuğun başını severken. Onu kucağımdan indirdim ve neşeneleneceği birkaç espri yapıp yüzünde güller açtırdıktan sonra elini tutarak kendi oturduğum yere gitmeye başladım.

Düğüne son 4 gün kalmıştı, ve bu yüzden de Wei Leyal'i alıkoymuşlardı.
Ha Su ve onun için, aklımda çoktan birşeyler şekillendirmişim bile.

Ha Su'nun annesini son gördüğü yerin nilüfer gölü olarak, Wei Leyal'in de Ha Su'yu gördüğü son yerin yine nilüfer gölü olmasına izin vermezdim..

Devam edecek...

⑅ WeiMing ⑅ {GxG}Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin