~Yoongi~
'Zor günlerde neler yapıyorsun' sorusuna 'ağlıyorum' diyerek cevap vermek bu olsa gerekti. Gerçekten ağlıyorduk ve elimizden hiçbir şey gelmiyordu.
Onun hareketsizce yatan bedeninin her gün daha da zayıfladığını görmek hepimiz için zordu.
Asla Kore'nin kalıplarına uyan biri olmamıştı. Elli kilo Kore kadınlarında en fazla kilo kabul edilirken o boy kilo endeksinden çıkmayıp altmış kiloya çıkmıştı. Boyu uzundu ve o da 'sopa gibi gözükmek istemiyorum orantılı olmak en iyisi' diyerek hiçbir linçi umursamadan kilo almıştı ve çokta yakışmıştı.
Şimdi bırak elli kiloyu git gide süzülerek daha da küçücük olmuştu.
Jungkook ise daha vahim bir vakaydı. Öyle ki onun elinin değmediği hiçbir şeyi yemek istemediğini söylüyor boğazı kurumadıkça su bile içmiyordu. Resmen yaşayan ölü tanımının vücut bulmuş hâliydi.
Şirkete gittiğimizde duvarıdaki grup fotoğrafımızın en önünde tüm dişlerini göstererek gülen Sun Yoon'u görmek onun açısından daha acı verici olmuştu.
Şimdi ise yeni ayılmış hâlde sandalyede oturuyor masaya donuk bakışlarıyla bakıyordu.
"Pekâlâ gençler. Anlıyorum zor ancak artık bir şeyleri konuşmamız gerek."
Bang Pd'nin ortamdaki sessizliği bozmasıyla hepimiz ona bakmıştık. Tabi hepimizin durumu uçurumdan hallice olduğu için pekte ciddiye alınan bir tipimiz yoktu.
"Faaliyetleri durdurduk ancak üstünden fazlasıyla vakit geçti. Hayranlar sizi bekliyor."
Tam ağzımı açmıştım ki Jungkook'un nefret dolu sesi ve iğrenircesine buruşturduğu yüzü buna engel olmuştu.
"Tek derdimiz şarkı söyleyip dans etmek mi şuan?!"
"Jeon, anlıyorum ama..."
Jungkook'un sinirle yerinde doğrulmasıyla bende dikleşmiş yapabileceği herhangi bir deliliğe karşı hazır beklemeye başlamıştım.
"Neyi anlıyorsun?! Yıllarca kızı kullanıp attığın yetmedi şimdi makineye bağlı hâline de mi saygın yok?!"
Herkes anında sessizliğe bürünürken derin bir nefes vermiştim. Ve cidden haklıydı...
"Jungkook, hayranlar da yeterince üzgün ve size, tutunacakları bir dala ihtiyaçları var."
Jungkook alayla gülmüş başını iki yana sallamıştı. Şuan onun yaşadığı şeyi asla anlayamazdık. Yükü bizden iki kat daha ağırdı ve haklıydı.
"Evet, ihtiyaçları var."
Bakışlarını masadan çekip Pd'ye acı dolu bir gülümseme sunmuştu.
"Peki biz? Bizim tutunacak bir dalımız kaldı mı?"
~
Uzun süren ve bol gerilimli kavganın hakim olduğu o toplantının nihayet sonuna gelmiştik ama hepimizde bitmiştik.
Yine ve yine şirketin istediği olmuştu. İki gün sonra programlar başlıyordu ve biz ilk kez yanımızda Yoon olmadan bir ödül törenine katılacaktık. Aldığımız ödüllerden sonra yaptığımız konuşmalarda bize gururla bakacak minik kardeşim yoktu. Ve en çok koyanda buydu zaten.
Ağlayarak ellerimi yıkarken bakışlarım aynadaki yansımama kaymıştı. Dağılmıştım.
Hepimiz dağılmıştık ve şimdi yine onunla bir sürü anımızın olduğu bu pratik odasında çalışmaya devam edecektik.
Pratik odasına girmemle herkesin bir köşede sessizce oturmuş olduğunu gördüm. Zar zorda olsa boğazımı temizlemiş konuşmuştum.
"Beyler kalkın hadi. Çalışmamız gerek."
Evet, hiçbir şey yokmuş gibi davranmak tek benim görevimdi. Bende bunu yapıyordum zaten. Ancak bana öyle bakışları vardı ki ölüm bile zor çıkardı herhalde.
Bir şey demeden bende oturduğumda hepsi eski sessizliğine geri dönmüştü.
" Merak ediyorum."
Seokjin hyungun mırıltısıyla herkesin bakışları ona kayarken hisetik bir sırıtış sundu bize.
"Nasıl hissetti burada? Tek başına, kimse olmadan."
Gözünden eş zamanlı bir yaş özgürlüğüne kavuşurken tırnaklarımı avucuma geçirip ağlamamak için özenli bir çaba sarf ettim.
"Hiçbirimiz yanında yoktuk ve sadece tek başınaydı işte."
Ellerim titremeye başladığında Jimin'in hıçkırıkları odanın içinde yankılanmaya başlamıştı.
"Ağlamayın, buna hakkınız yok."
Namjoon'un sert çıkan sesine karşı tekrar sessizliğe bürünmüştü ortam. Haklıydı, onun yanında değilken o da böyle hissediyordu belkide.
"Orada olması, o aptal cihazlara bağlı yatması küfür gibi geliyor! Daha bir hafta önce kavga etmemize rağmen yanı başımda iyi olup olmadığımı sorması ve bugün kendisinin orada oluşu küfür gibi geliyor! Ağlamaya hakkım var anlıyor musunuz! O bana ailemden daha yakın oldu o küçücük hâliyle! Şimdi yanımda değil, ben onun yanında olamıyorum. Bu ne demek farkında mısınız!"
Jungkook'un ani çıkışıyla hepimizin endişeli bakışları ona dönmüştü.
Şu sıralar o kadar çok bayılıyordu ki, ne zaman ne olacağını kestiremez hâle gelmiştik.
"Küçücüktü ya. Küçücük. Evin içinde oradan oraya hepimizi azarlaya azarlaya gezinen küçücük bir şeydi. Şimdi yok. Yok işte!"
Hıçkırıkları daha da artarken hepimiz dayanamayıp gözyaşlarımızı salmıştık. Haklıydı, lanet olsun ki o da haklıydı.
Kalbinizin merkezinde olan birinin bir anda yok oluşu böyle kolay sindirilebilecek bir şey değildi.
O orada canıyla uğraşırken bizim onu göremememiz sindirilecek bir şey olamazdı.
"Her şeyimdi."
Mırıltısı hepimiz için patlama noktasıydı. Sesimiz yüzünden içeri giren Pd ve provadaki grupların dolu gözleri üstümüzdeyken biz grup olarak tam anlamıyla dağılma noktasına varmıştık.
O bizim her şeyimizdi ama biz onu görüp koruyamayacak kadar aptaldık...