12. Bölüm 》BİR PRANGA BİR KURŞUN.

193 11 46
                                    


Köprünün tahta zemini üzerindeki yosunlar tenime değiyordu. Dalgaların kıyıya vurma sesi ve okyanusun kendine has insanı ferahlatan tuz kokusu ciğerlerime doluyordu.

Burada olmamalıydım.

En başından beri bir şeylerin yanlış gittiğini biliyordum. Hayatım hiçbir zaman normal olmamıştı, bundan sonra da normal olması mümkün değildi ama artık savaşacak, mücadele edecek güce sahip değildim.

İyi biri miydim, kötü biri miydim, yoksa bunların ötesinde miydim, bilmiyordum.

Uyandıktan sonra kendimi bu köprüde bulmuştum. Sonsuz okyanusun içinde bir başına kimsesiz duruyordu. Tıpkı benim gibi. Kırık tahtaların üzerinde oturuyor olsam da düşeceğime dair en ufak bir korkum yoktu. Okyanusun beni sarıp sarmalayacağını, dalgalarının bedenime kalkan olacağını biliyordum.

Soğuk rüzgar tenimi her teğet geçtiğinde bel boşluğumdan, saç diplerime kadar geçen tuhaf bir his bedenimi ele geçiriyordu. Her zamankinden daha soğuk esen rüzgar, sanki bir şeylerin habercisi gibiydi.

Kesinlikle uğursuz bir şeyler olacaktı.

Çıplak ayaklarımı sallarken Laverna'nın dolabında bulduğum, üzerimdeki beyaz kısa eteğe büyük bir özlemle baktım. Buraya geldiğimden beri uzun elbiselerden başka bir şey giyememiştim.

Okyanusun dalgaları arada bir yükselip alçalıyordu. Yükseldiği zaman çıplak dizlerim üzerime sıçrayan suyla ıslanıyordu ama bu hissi sevmiştim. Dizlerimin gözyaşlarım yerine, okyanusun yaşlarıyla ıslanmasını istiyordum.

Cebime sıkıştırdığım mendili çıkardım ve elime alıp rüzgara doğru bıraktım. Mendil bir bayrak misali dalgalanırken ne yaptığımı bilmiyor oluşumu bir kenara itmeye çalışıyordum çünkü tam da şu an mantığım değil hislerimle hareket ediyordum.

Bu mendilin Donovan için ne anlama geldiğini bir türlü çözemiyordum. Eskiden yalnızca bana özel olan ama şimdi tüm yakınlarının parmaklarına dolaması gereken bu mendilin ardındaki özel anlam neydi?

Ayaklarımı ileri geri sallayarak mendili tekrar cebime sıkıştırdım ve köprünün tahtalarının çatırtı seslerini umursamayarak okyanusun sesine odaklandım.

Huzursuzluk vericiydi.

Bu okyanusu gördüğüm andan beri huzurlu olmak yerine huzursuz hissediyordum. Ruhum olmaması gereken her şeyi tatmış ve sıradan olmayan her şeyi de kabul etmişti ama bu terslik, bu planın dışındaki plansız gerçekleşen olaylar tuhaf bir şekilde hoşuma gidiyordu.

Köprünün tahtalarının üzerindeki pütürlü yüzey çıplak tenime değiyordu ama herhangi bir acı hissetmiyordum.

Acıyı bir kez tanıdıktan sonra artık ona yabancılık çekmiyordum.

Saçlarım soğuk esen rüzgarın etkisiyle gözlerimin önünü kapatmıştı ama saç tutamlarımın arasından okyanusa bakmak, bir perdenin arkasından sahneye bakmak gibiydi. Görüntü belli belirsiz olsa da, oyunu izleyen kalabalığın içinde olmak yerine perdenin arkasında kimsenin görmediği o yalnız ruh olmak daha iyi hissettiriyordu.

Ben her zaman sahnenin arkasında, perdelerin arasında kaybolan kızdım.

Güneş yerini aya bırakmak üzereydi ama kimse güneşe gökyüzünü terk etmek istiyor musun, diye sormuyordu.

Yerini aya vermek zorundaydı çünkü ona ikinci bir seçenek sunulmamıştı. Yapmazsa, gündüz güneşine hasret, geceyse ayına mühürlü kalacaktı...

KARANLIĞIN YERYÜZÜNDEKİ YANSIMASIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin