Kimse kazanmadı savaşlarda.
Kan kaybettiler, can kaybettiler ve sadece kaybettiler.
Zafer için çok fazla şey kaybedilmeli.
Belki feda edilebilirdir vazgeçmem dediği...༺༽♕༼༻
Doğ, yaşa, öl. Bu kadar kısa. Yaşamak yaşamak değildir ama ölüm ölümdür. Ölmeden önce defalarca ölebilirsin. Gözündeki ışık ölür. Alamadığın o tatlı heveslerin ölür. İnançların da ölebiliyor, arzulu duyguların da. Hislerin de ölebiliyor. Acıklı bir senfoni, ölüm umutları da çalar. Ne acıklı ki, senden önce ölenler seni ceset yapmaya yetiyormuş aslında. İçindeki yaşam sevinci dahil güzel olan her şey ölüyorsa ölüm sadece ölüm olamaz. Ölüm ruhun bedeni yalnız bırakması değil, her şeyini çalan bir hırsızdır. Acılar ölümsüzdür mesela, unutulurlar ama asla ölmezler. Tıpkı anılar gibi.
Bu da demek oluyor ki;
Güzel olan her şey ölüdür.Yaşam ölümdür.
Gökteki yıldızları izlerken iç çektim. Fazla güzellerdi, bu dünyaya ait olamayacak kadar hemde. Balkonun demir korkuluklarını sıkı sıkı kavrayan parmaklarımı çekip yavaşça arkamı döndüm. Babamla yaptığım uzun yürüyüşten sonra biraz annemle konuşmuş en son da odama geri dönmüştüm. Gün boyunca da odamdan çıkmamıştım. Kimseynen göz göze gelmek dahi istemiyordum. Resmen kendi ailemden kaçar olmuştum. Ama ne yapayım? Elimde değildi, bu yabancılık hissinden kurtulamıyordum. Zamanla alışacağımı umarak kendime vakit tanımıştım sadece.
Tabii ki de boş durmadım. Sabah giydiğim spor giysilerinden kurtulup duş almış, yerine daha rahat olan siyah eşofman takımını giymiştim. Calsio'yla ilgili yeni planlar yaparken Fikret'e karşı da kendimi nasıl koruyacağımı düşünmüştüm. Sandra'yla da tekrar telefon görüşmesi gerçekleştirmiştim. Erim tam istediğim gibi onu bulmuş ve yerleşmesine yardımcı olmuştu. Diğer korumalarım da bugün görevlerinin başına geçmiş olmalıydı. Dün Amirova Çiftliğine gelmeden önce Okay'la kahvaltıda öyle konuşmuştuk. Kaşlarımı çatarak telefonuma baktım. Şarjı 18 kalmış olsada bir telefon görüşmesine yeterliydi. Korumalar hakkında Okay'la konuşmalıydım. Normalde bu konuya Kuvars'ın bakması gerekiyordu fakat o vaktinin çoğunu bana harcadığı için bir süre Okay ilgilenecekti. Kişilerden Okay'ı seçip arama tuşuna bastım. Telefon çalarken kulağıma dayayıp beklemeye başladım.
Okay benin çağrıma hızlı cevap verirdi. Gariptir ki bu sefer her zaman beklediğim sürenin iki katı olmuştu. Huzursuzlanarak boynumu kaşıdım. Kötü bir şey olmamıştır değil mi? Aklıma kötü seneryolar gelmesini Sandra'ya bağladım. Olası felaket seneryoları ondan sorulurdu. Bana da o çirkin alışkanlığını bulaştımış olmalıydı... Arama tam kapanmak üzereyken açıldığında derin nefes aldım. Tam konuşacaktım ki karşıdaki kişi benden önce davrandı. "Ayacığım!" diye şakıyan sesi duyunca istemsizce bir gülümseyiş dudaklarıma yayıldı. Telefonu açan kişi Mete'ydi. Daha sesini duyar duymaz içime bahar gelmişti. Sanki üzerimdeki tüm kara bulutlar dağılmış da parlak bir güneş açmıştı. Kısaca kalbimi sıkan eller geri çekilmişti.
"Canım..." dedim aynı onun gibi uzatarak.
"Ayacığım seni çok özledim." dedi hüzünle. İçimde oluşan burukluk yüzümde kırık bir tebessüme dönüştü. Bende özlemiştim küçük beyimi...
Yatağıma yürüyüp üzerine oturdum. Mırıldanarak konuştum. "Bende seni özledim Mete."
Kimsenin bilmediği bir şey varsa o da bunu öylesine söylememiş olmamdı. Mete'yi özlemiştim. Hatta keşke yanımda olsaydı da ona sıkı sıkı sarılabilseydim. O çocuksu kokusunu da soluyabilseydim. Hayal ettiğimde bile içimin huzurla doluyor, tüm gerginliğim ortadan kalkıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAPT ET
Romance"Zapt et onu!" diye tüm şiddetiyle bağırdı Orhan. Yeşil gözlerinden ateş fışkırıyordu. Belki de onu hayatımda hiç görmediğim kadar kızgın görüyordum.Gözlerindeki öfke büyük bir taşkınlığa uğramıştı ve karanlıkta bir mum ışığı misali parlıyordu. Fak...