Binbir ihanetin sancısı var yakınlarda.
Henüz arkandan bıçaklamadı seni.
Yalanlar yapraklarını dökmeden,
Güller solmadan, ulaşmayacak ihaneti. Tatmadı henüz kandan kadehi.
İnkâr etsede, bu onun kaderi.༺༽♕༼༻
Daha yaşamadan ölmeye başlamış çiçekler var topraklarda. Açamadan dalından koparılanlar, açmaya doyamadan solanlar... Hepsi yarım kalmışlığın bir parçasıydı. Yarım kalan şeyler ne yazık ki çiçeklerden ibaret değildi. Birçok şey sonuna gelmeden bitti bile. Bu bir şarkıydı, bu bir danstı, bir aşktı, yaşanmaya doyulmayan bir ömürdü, hayallere kavuşamadan geçen zamandı... Her şey bir gün yarım kalırdı, hep kalacaktı. O yüzden belki de sonu olmayacaktı bu hikayenin.
İşte öylece başladı, bitemeyecekti. Belki içim hiç soğumayacaktı.
"Her şey tamam mı?" diye mırıldandığımda burnumun ucundaki güneş gözlüğünü kaldırarak saçıma taktım.
Kuvars hafifçe omuz silkti. Günlerdir fazla umursamazdı, umursadığı tek şey sağlığımın nasıl olduğuydu. Yakın zamanda dikişlerimi çıkartıracaktım fakat ısrarla biraz daha zaman geçmesi gerektiğini söylüyordu. Onun dışında dünya sular altında kalsa "yüzmek için denize gitmeme gerek kalmadı." diye sevinecek potansiyeli taşıyordu.
Omuz silkişinin ardından dudaklarını öne doğru büzerek, "Eşyalarını getiriyorlar Aya Hanım, sonra yola çıkacağız." deyip arabama yaslandı.
Kollarını göğsünün altında kavuşturup bir ayağını öbürünün üstüne atarak çaprazlamıştı. Son zamanlarda düşündüğüm ve düşünmediğim çok şey vardı ama Kuvars'ın da benim gibi düşünceli olduğunu söyleyebilirim. İkimizde şu anlık sessizliğimizi koruyorduk. Belki fırtına yaklaşıyordu, ya da o fırtınayı biz çıkartmaya yakınlaşıyorduk. Ben tarafında çıt yoktu. O, tarafında durgunluk hüküm sürüyordu. Dillerimiz bağlansada düşüncelerimiz hiç susmuyacaktı. Sürekli hayat bulan anılar, hayat alan acıların içinde yüzüyorduk. Aklını okuyamıyordum belki ama gözlerinden sessiz satırlar geçiyordu. Kabuğumuza çekilmiştik. Üstelik Sandra cephesi de öyleydi. Şu günlerde sakladığı işler vardı. Kesin kanıtım yoktu ama hislerim öyle söylüyordu. Fakat bizim gibi ser veriyordu ama sır vermiyordu.
Okay eşyaları diğer arabanın bagajına yerleştirirken bana eşlik edecek korumalarımsa çoktan yerini almıştı. Yalnızca yol boyu escortluk edecek, sonra döneceklerdi.
Dışarıya çıkan Tuğçe elindeki beyaz çantamla salına salına yürümeye başladığında ne kadar yavaş olduğunu düşündüm. Üzerindeki sıradan hizmetçi kıyafetinin içinde bile alımlı duran birisiydi. Dudağının üzerindeki siyah ben buradan bile belli olurken kısa koyu kahverengi saçlarını topuz yapmıştı. Yüzüne yakışan kemerli bir burnu vardı ve yavaşlığına alışmam gerekecekti. Eski hizmetçim Didem oldukça hızlıydı. Ne yazık ki o Azerbaycan'da kalmıştı.
"Tuğçe biraz hızlı ol." diye seslendiğimde adımları da sesimle birlikte hız kazandı. Ondan çantamı istemiştim, on dakikadır da gelmesini bekliyordum.
"Geldim Aya Hanım." diyerek bana ulaştığında çantamı elinden aldığım gibi omzuma astım.
"Teşekkürler."
"Şeyma'ya söyle Pazartesine kadar dönmeyeceğim. Yarın gelmenize gerek yok. Sandra kahvaltısını kendisi hazırlar." dedikten sonra arabanın ön koltuğuna yerleştim. Birazdan yola koyulacaktık. Doğrusunu söylemek gerekirse gitmek içimden gelmiyordu. Şu sıralar içimden gelen tek şey acının yarattığı intikam duygusuydu. Onun da zamanı işliyordu zaten. Kuvars kendi kendine homurdandığında ona aldırmadım. Çiftlikteki buluşmanın gereksiz olduğundan yanaydı, aynı fikirdeydim fakat Baybars'a geleceğimi söylemiştim. Son zamanlarda çok dikkat çekiyordum. Eğer bahane bulup gitmezsem şüphelerini üzerime fazlasıyla çekerdim. Kuvars şoför koltuğuna geçtiğinde kol düğmelerini açmaya başlamıştı. Gömleği dirseklerine kadar katlayınca onu yalnızca izlemekle yetindim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAPT ET
Romance"Zapt et onu!" diye tüm şiddetiyle bağırdı Orhan. Yeşil gözlerinden ateş fışkırıyordu. Belki de onu hayatımda hiç görmediğim kadar kızgın görüyordum.Gözlerindeki öfke büyük bir taşkınlığa uğramıştı ve karanlıkta bir mum ışığı misali parlıyordu. Fak...