Saniyeler dakikalara, dakikalar saatlere, saatler ise günlere döndü. O günden bu yana tam on iki gün geçti ve bu kocaman evde bir kez bile konu tekrar konuşulmadı, yeniden aynı evin içindeki beş yabancı olmuştuk.
Koltukta uzanmaya devam ederken derin bir soluk verdim, havalar gittikçe soğuyordu ve bir montum olmadığı için dışarı çıkar çıkmaz donacak hale geliyordum.
Merdivenlerden gelen adım seslerinin ardından karşıma dikilen Enis "Toparlan azıcık abilerin geliyor." dedi sert olduğunu düşündüğü bir sesle.
"Canım ben zaten bir abi ile büyüdüm ve o bile bana istediklerini yaptıramadı, senin sahte kabadayılığın işe yaramaz." dedim burun kıvırarak.
Gülerek çaprazımdaki koltuğa oturan ikili ellerindeki telefonlara bakmaya başladıklarında konuşmak için gelmediklerini anlayıp tekrar yastığa kafamı yasladım, uykum bu kadar varken nasıl uyuyamıyordum asla anlamamıştım. En sonunda sıkıntıyla ofladım ve ayaklarımı kendime doğru çekerek az önce başımın yaslı olduğu yere sırtımı yasladım.
"Bizim yalancı çobanlar nerede?" dedim etrafa göz gezdirirken, onları merak etmesem bile bir şeyler karıştırma risklerini aklımdan silemezdim.
Karan omuz silkti ve telefonuna bakmaya devam ederken "Umurum dışı iki çoban onlar." dedi ilgisiz bir sesle.
"İmer uyuyor dışarıda, Mehir de yanında bir şeylere bakıyor telefondan."
Kafamı çevirip camdan dışarıya baktığımda bahçedeki koltukta uyuyan İmer ve ona arada sırada göz ucuyla bakıp sonra telefonuyla ilgilenmeye geri dönen Mehir'i gördüm, bakışlarım bir süre üstlerinde gezdiğinde kafamın içindeki sorular tekrar uçuşmaya başlamıştı.
"Ne biliyorlardır sizce?" dedim kısık gözlerle izlemeye devam ederken.
Karan'ın bakışlarını bana çevirdikten sonra kafasını iki yana salladığını gördüm. "Anlattıklarından daha fazlasını bilmiyorlar, bilseler böyle olmazlardı."
"Bir şeyleri bilen tek onlar değil gibi." dedi Enis onun omzuna hafif bir yumruk atıp. "Dökül, ne biliyorsun?"
Karan telefonunu yanına bıraktıktan sonra onu merakla izleyen bize döndü. "İmer'in her gece ölmek istemiyorum diye ağlamalarını biliyorum, Mehir'in annesine bir şey olmayacağına dair verdiği sözleri biliyorum ve en önemlisi o ikilinin bizimle konuşmak için olan çabalarını biliyorum."
"Öyle bir konuştu ki saf biri olsam üzülüp yanlarına giderdim, o derece." diye mırıldandı Enis.
"İlla sebepleri vardır, tabii ki üzülüyorlardır." dedim usulca "Ama bu bize yaptıklarını görmemezlikten gelmemiz gerektiği anlamına gelmez. Onlar bunu yapmak istedi ve yaptı, biz de ne istersek onu yaparız."
"Eğer onlarla normal şartlarda tanışsak aramız nasıl olurdu?" dediğimde ikisi de bu soruyu beklemiyormuş gibi kaşlarını çattılar "Bakmayın öyle, kendi evrenimizde olsak nasıl olurduk merak ettim anlık."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Son Umut: Beşgen
FantasyBir masalın güzel satırlarında başlar gibi başladı her şey ama hayır. Bizimki ne bir masaldı ne bir hikaye. Yazarın kaleminin mürekkebi kararmaya yüz tutmuş hayatlarımıza yavaş yavaş damladı. Bu bizim hikayemizdi ama başkaları yazmıştı. Yine hayatım...