İLK GECE

30 20 0
                                    


Medya= Bana Burak ve Funda'yı hatırlattı. 😉Umarım size de hatırlatır.

Bu son olsun demek sadece laftan mı ibaretti? Yalnızlık ve yalan insanı üzerken insanın bu son olsun demesi fayda eder miydi? Yoksa insan sonların getirdiği başlangıçlardan habersiz yaşamaya alışmış mıydı?



FUNDA'NIN ANLATIMIYLA:



Beni görünce yüzüne yayılan gülümsemesi soğuk havada bile içimi ısıtıyordu. Bir insan bu kadar zararı ve huzuru aynı anda vermemeliydi. Bir insan hem bu kadar iyi gelirken aynı oranda kötü gelmemeliydi ve bir insan hem bu kadar gelirken bir anda çekip gidecek gibi durmamalıydı.



Yanına yaklaştım. Elimde şemsiye olmasına rağmen kullanmamıştım. Yağmur benim için bir tutku, bir özünü bulma çabasıydı. Her günümün bir öncekinden zor bir sonrakinden kolay geçmiyor oluşu içinde en sevdiğim yağmurlu günlerdi. Ben de korkmadan adımlarımı atıyordum.



Aramızda bir, iki adım mesafe kalmıştı ki durup şemsiyeyi açtım. Ona doğru uzattım ama bunun bir işe yarayacağını hiç zannetmiyordum. Zaten sırılsıklam olmuştu. Su damlaları siyah tişört ve pantolonundan damlayıp yere düşüyordu. Diğer damlaların çıkardığı seslerin aksine ona temas eden tanelerin sesi bile farklı bir uyum sergiliyordu.

Sanki yağmur damlaları onun üzerine yağmak için yarışa giriyordu. Bu yarışı kazananlar mükemmel damla ünvanı alarak yere düşüyordu. Yağmur damlaları bile mükemmeli bulmak için ona giderken ben ondan kaçıyordum, hatta onu elimin tersiyle itiyordum.


Uzattığım şemsiyeyi elimden aldı. Bunu yaparken ellerimiz birbirine değdi. Bu his uzun zamandır yaşamadığım bir histi, içim titremiş ve bir anda ürperti gelmişti. Şemsiyeyi kendisine tutmasını beklerken o uzanıp bana tuttu. Bu hareketiyle kaşlarımı çatıp yüzüne baktım.



"Biliyorum yağmurda ıslanmayı çok seviyorsun ama bu defa kötü yağıyor. Hasta olacaksın." Dedi. Yağmurun sesinden kendi sesini duyurmak için biraz bağırarak söylemişti. Bir adım geri gelip şemsiyenin altından çıktım. İki elimi öne doğru uzatıp hayır anlamında sağa sola salladım. Ben de onun gibi bağırarak:" Senin kalbimi kırmandan hasta olursam olurum ben yağmurun ıslatmasından değil." Dedim.

Şemsiyeyi tutan eli hala öne doğru uzatılmış bir haldeydi. Aramızda bir şemsiye vardı ama altında vücutlarımız yerine duygularımız duruyordu. Islanmaktan korkan duygularımız kaçış yolu olarak şemsiyenin altını seçmişti. Ama kurtuldukları şey sadece ıslanmak değildi. Çaresizliklerini de kurtarıyorlardı. Kaçıp gitmek yerine kalıp beklemeyi tercih ediyorlardı.




Durdum ve yüzünü incelemeye başladım. Hissettikleri yüzüne tek tek yansıyordu. Pişmanlığı gözlerinden başlayıp dudaklarına gidene kadar bütün organlarına yayılıyordu. Gözlerimiz buluştuğunda gülümsedi. Şemsiyeyi diğer elinden de yardım alarak kapattı. Bir adım atıp tam önümde durdu. Nefesini çok rahat duyabiliyordum ve kalbi sanki elimdeymiş gibi atıyordu.

Boyu benden uzundu onu görmek için başımı kaldırmam gerekiyordu. Ona bakmayı hedeflediğimde yağmur damlaları yüzüme çarpıyor ve bu da gözlerimi kapatmama neden oluyordu. Ellerini yüzüme siper edip yağmur damlalarının yüzüme gelmesini engelledi. Bu şekilde onu daha rahat görebiliyordum.


"Bir insana yağmur bile bu kadar yakışmaz." Dedi. "Bir insan bu kadar huzur vermez." Diye ekledi. " Bir insan şiir gibi olmaz mesela insanın okudukça okuyası, ezberledikçe ezberleyesi gelmez." Dediğinde kendimi ona kaptırdığımı biliyordum. Gözümden akan bir damla yaş yüzümde olan yağmur damlalarına karışmışken o hala konuşuyordu. "Sen sadece benim anlamını bildiğim bir dilde yazılmış şiirsin Funda. Sadece benim okuyup benim yazdığım." Dedi.

TESADÜFTEN BİR TIK FAZLASI Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin