22. Bölüm

46 8 4
                                    

Pencereyi açtım yüzüme çarpan hava beni yavaş yavaş normale döndürmüştü. Beynime oksijen gidince asıl meselemi unuttum.

Evan! Evan ne haldeydi şimdi kim bilir. Pencereyi açıl bırakarak geri döndüm.

- İkinci bir girişimde bulunmayacaksan gitmem gerek.

Ağlamasını biraz dindirmişti o da.

- Nereye?

- Dağıttığın hayatımı toplamaya!

Kapının demir kolunu tutmak için elimi kaldırdım.

- Özür dilerim Jovite.

Durdurdum elimi. Arkama dönmek istemiyordum arkam dönük bekledim sözünün devamını.

- Eğer içini boşaltman bittiyse konuşabilir miyim?

Hayır bu benim yaptığım gibi bir isyan değildi gerçekten bu bir soruydu. Arkamı dönmeden tek kelimeyle cevap verdim

- Bitti.

- Lütfen önünü dön bana Jovite.

Dönmedim.

- Söyleyeceksen söyle!

- Sizden beni affetmenizi-

- Affetmiyorum!

- Hayır hayır sizden beni affetmenizi istemeyeceğim , buna hakkım yok. Yüzüm hiç yok böyle birşey istemeyeceğim. Benim gibi iğrenç bir insanı affetmeyin zaten.

- Ne bu geçen geceki gibi bir oyun mu? Öyleyse şimdi benim size acımam ve sizin için ölümü bile göze almam gerekiyor.

- Eğer bana dönüp yüzüme bakarsanız anlarsınız ne olduğunu.

Bu da sitem değildi.

Dediklerini biraz düşündüm ve yavaşça arkama dönüp yüzüne baktım

Çok değişik görünüyordu onu hiç böyle yorgun ve mutsuz görmemiştim. Çökmüştü gül gibi kız. Resmen ağlamaktan göz torbaları oluşmuştu.
Nasıl tepki vereceğimi bilemiyordum. Yüzümde hiçbir duygunun emaresi yoktu. Nefretle bakmıyordum sebepsiz şekilde bütün öfkem geçmişti. Ama ona üzülmüyordum da .

- Beni affetmeyin kraliçem asla. Ben babam sandığım o adamın nasıl bir cani olduğunu gözüme sokulmasına rağmen görmeyi beceremeyen aciz , aptal o adam tarafından paçavra gibi kullanılıp atılan zavallının tekiyim.

O konuşurken yüzümü istemeden büzüştürdüm. Bu kıza ne olmuştu da böyle bir değişim yaşamıştı hem de bir günde.

Babam sandığım o adam derken kraldan bahsediyordu ama neden bu şekilde.

Dediklerini kulağımda süzüp beynimde işlemem biraz zaman almıştı. Donuk bakışlarla ve çatık kaşlarımla ona bakmaya devam ediyordum.

Louise'nin konuşurken tekrar gözleri dolmuştu.

Nihayet arkada bağlı tuttuğu ellerini hareket ettirdi.
Elindekini havaya kaldırdı.

Zarf!

Ne arıyordu o sende?

Kaşlarımı biraz daha çattım şaşkınlığını verdiği tepkiyle gözlerimi açmış kafamı hafifçe "ne demek bu" anlamında sağa çevirdim.

Gerçektende ne demek bu?

- Nereden buldun bunu?

- Sağlık odasından gönderilen kıyafetlerinizin içinden düşmüş, asker bulup bana getirdi.

- Açıp okumaya utanmadın değil mi?

- Ölüm döşeğindeydin ve o an hiçbir şey umrumda değildi.

Gözleri çok çaresiz bakıyordu.

- Bıçağı sapladığın an mı geldi pişmanlığın?

- Hayır çoktan pişman olmuştum ama babamın odaya girer girmez seni öldüremediğimi öğrenince sinirden deliye döndüğünde , bana bağırıp çağırdığında aklım tam olarak başıma geldi. Birde bu zarftaki yazılanlar...

Lafını devam ettiremediği için sustu ve başını eğdi.

- O zarfta ne yazıyordu?

Zarfı uzattı.  Hızla gidip çektim elindeki zarfı.
Okuduğumda neye uğradığımı şaşırdım. Çok başka birşey beklemiştim benimle ilgili. Ama zarf bana verilmemişti. İlk giriş cümlesinde belirtmişti bunu yazan kişi.

Tutamadım kendimi gözyaşım bir yağmur damlası gibi akıp mektubun üzerindeki Petro yazısına kondu. Okuduklarımı sindirmek bayağı zaman alacaktı.

Savaş Kraliçesi Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin