23. Bölüm

54 8 0
                                    

Ben mektuptan gözlerimi alamıyordum. Başa sarıp sarıp okuyordum. Yüzüm buz gibi olmuştu.  Ağzım açık kaldığı için nefesimi oradan alıyordum. Ağzım kurumuştu bu yüzden . Sert bir şekilde yutkunmanın ardından başımı çekinerek kaldırdım. Louise artık hiç ağlamıyordu.
Şimdi anlamıştım pişmanlığını , kendine olan öfkesini ve krala olan nefretini.

- Bunun için mi ağlıyordun?

Louise başını iki kere evet anlamında salladı. Çok masum gelmişti gözüme. Şimdi nasıl da ona karşı olan fikirleri değişmişti. Zaten onun kötü biri olmadığını bildiğim için beni öldürmeye kalkışmasına karşılık sadece laflarla zarar vermişti ona. Eğer başka birisi olsaydı vay haline.

İstemeden ona doğru çok küçük ve yavaş adımlarla ilerliyordum.

- Bu mutlu olman gereken bir konu Louise. Baban bay Petro gibi hep hakkın yanında olan bir adam. Babanın bu zalim kral gibi biri olması çok daha mı güzeldi?

Louise gözünde kalan son yaşı  da sildi. Hafif kısılmış ve titreyen sesiyle konuşmaya çalıştı.

- Yıllardır babam ve annem bildiğim bu insanların yanında yaşıyordum. Hatta onlara o kadar bağlanmıştım ki gözüm yaptıkları kötü hiçbir şeyi görmüyordu.

Yüzü fena bozulmuştu. Yutkundu şimdi gelecek cümle çok zor çıkmıştı ağzından.

- Sizi bile öldürmeye kalkıştım.

Tekrar başını eğdi. Cümlenin sonunda ağlamaklı olmuştu. Eğdiği yüzüne baktığımda gözünden tekrar yaşlarn süzüldüğünü gördüm.

İki eliyle hızlıca silmeye çalıştı. Artık ağlamak istemediği çok belliydi ama kendini durduramıyordu.

- Babamın istediği gibi bir kız olamadım ben kraliçem. Onu hayal kırıklığına uğrattım . Ona yakışır biri olamadım. Onun olduğu tarafta değilim zulüm eden tarafta oldum. Ben iğrenç bir kızım.

Söyleyeceği ne varsa hepsini söylesin diye bekliyordum konuşmak için.

- Keşke siz de buraya gelmeseydiniz sizin de hayatınızın altını üstüne getirdim.

Konuşma sıram gelmişti anlaşılan.

Sesim çok yumuşaktı az öncekine nispeten.

- Peki ben size hayatımın altının üstünden daha güzel olacağını söylemiş miydim?

Prenses anlamsızca gözlerime baktı.

- Artık bizim tarafımızda olan bir prenses var. Hem yardımsever hem de bir o kadar güzel bir prenses. Artık babanın tarafına geçme zamanın geldi.

- Evet ama ne yapacağım?

- Bize yardım edeceksin. Biz kaleyi dıştan fethederken sen daha önemlisi olan içten fethedeceksin. Askerleri, görevlileri kim varsa bizim tarafımıza çekeceksin biz de aynı durumu halkta uygulayacağız. Am önce yaverimi kurtarmam gerekiyor. Sen de kimseye birşey söyleme. Git odana dinlen işin çok.

- Hayır kraliçem ben de sizinle geleceğim.

İtiraz etmemin bir anlamı olmadığı belliydi gözünden.

- Tamam o zaman haydi.

  Atların olduğu bahçeye çıkmamız gerekiyordu. Askerler bizi orada bekliyordu. Sarayın uzun koridorunda koşuştururken kraliçe birden odasından fırladı. Ani bir şekilde durduk.

- Hayrola kraliçem nereye bu şekilde?

Benim konuşmama izin vermeden Louise lafa girdi.

- Sizin esir tuttuğunuz yaverini kurtarmaya gidiyoruz anneciğim. Bizi tutmayın malum ne yaptığınızı bilmiyoruz adama.

Eserimle gurur duyuyordum. Ona gururla gülümseyerek bakıyordum.

- Size benimle böyle konuşma haddini kim veriyor prenses?

- Size insanları kendi çıkarlarınız için tutsak etme hakkını kim veriyorsa anneciğim.

Off ne kadar havalı? Acaba ben de böyle görünüyor muyum laf sokarken. Sessizce kenarda onları izliyordum. Kraliçe gerçekten bozulmuştu.

- Babanız bunu sizin iyiliğiniz için yaptı siz de biliyorsunuz bunu nankörlük etmeyin prenses.

- Babama iletin ona çok teşekkür ediyorum var olsun .

Koşmaya devam etti. Bende arkasından gittim. Hikayenin ismi belli olmuştu.
" Güzel Prensesin Büyük Değişimi"

Taştan merdivenlerde ayakkabılarımızın sesi yankı yaparak tekrar kulağımıza geliyordu. Prenesin  aklının başına gelmesi ve gerçekleri görüp artık bizim tarafımızda olacağını bilmek içimi büyük bir zafer coşkusuyla dolduruyordu. 

- Asker kapı!

Geçen benim kendi başıma bulduğum gizli zannettiğim ama hiç de gizli olmayan bu büyük kapıyı büyük bir güçle açtı asker.

Zor bir iş miymiş bu?!

Ben zorlanmadan açmıştım da şaşırttı bu beni.

Balkona çıktık . Bahçe kapısının dışında Anthony ve diğer ikisi atlarımızla bizi bekliyordu.

Siyah incim beni bekliyordu. Prensesi arkada bırakarak atıma bindim.

Kulağına eğildim.

- Naber?

Saçlarını elimle taradım.

- Özledin mi beni?

Diğerlerinin atına binmesini bekliyordum.

- Haydi İncim artık gerçekten parlama vakti.

Başından yumuşakça öptüm. Kafamı kaldırıp diğerlerine baktım hazırlanmışlardı.

- Haydi kraliçem eksiğimizi tamamlayıp bu savaşa başlayalım.

Önden ben ve prenses gidiyorduk. Atalarımız ne yaptığımızın farkında gibi koşuyordu.
Ağaçların arasından büyük bir endam ile geçiyorduk.  Rüzgarın estirdiği saçlarım ve beyaz elbisem bana farklı bir huzur veriyordu . Prenses de siyah elbisesiyle gidiyordu sol tarafımda. Sarı saçları bir kuğu gibi havada süzülüyordu. Yüzümüzdeki sevinç dünyaya yansıyordu. Yer gök atlarımızın sesiyle coşuyordu.

Ben alışmıştım buraya. Sanki gerçekten yıllardır bu zamanda bu insanların arasında yaşıyordum. Buraya geleli kaç gün oldu bilmiyorum ama iyi ki gelmişim diyebiliyorum. En güzeli de bu savaşın sonu ya da bu görevi başarıp başaramayacağım beni endişelendirmiyor , korkutmuyor. Amacımı unutmuştum çünkü. Hayır unutmadım sadece değiştirdim. Amacım bir an önce burdan kurtulup eski hayatıma geri dönmek değil . Artık amacım gerçekten buradaki insanlara yardım etmek. Amir Derian'ın dediği gibi bu  insanların bize ihtiyacı varmış.
Ve size söz Tenochtitlan halkı size söz ki sizi bu zulümden kurtaracağım. Hem de Savaş Kraliçesi sözü!

İşte başıma geleceklerden habersiz kendime böyle sözler verip durdum yolun boyunca.....





Savaş Kraliçesi Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin