(Gecenin üçünde oturup bölüm yazarsan böyle olur, dedim ben bölümü okuyunca kendi kendime. Yazım yanlışlıkları, saçma cümleler vs gibi şeyler için şimdiden özür dilerim. Bölümleri en başından itibaren düzenlemeyi planlıyorum, ekleme çıkartma yapacağım. O zaman düzeltirim. Onun dışında beğenmeniz dileğiyleee muck)
Küçük bir itirafım var.
Meslek etiği denen şey o kadar da umurumda değildi.
O zaman neden Chan'ı süründürdün kızım, manyak mısın sen?
Dediğinizi duyar gibiyim.
Haklısınız. Chan'a haksızlık etmiş olabilirim. Ama tabii ki her şeyin bir açıklaması var. Bunu biraz uzun bir yoldan anlatmak istiyorum. Sonuna kadar giden herkese şimdiden teşekkürler.(Yn= Aynen, karakter sizinle konuşuyor şu an)
Ben üniversite sona kadar derslerinin hepsi pek iyi, hayali beyin cerrahı olmak olan, tıp okuyan komşu çocuğu kıvamında başarılı bir gençtim. Babası görevden göreve gittiği için eve gelemezken annesiyle birlikte hayatını sürdürmeye çalışan, bu yüzden de yaşıtlarından bir tık daha erken olgunlaşmak zorunda kalmış biriydim. Baba aşığı bir kız çocuğu olarak en büyük korkum gittiği görevlerden birinde başına bir şey gelmesiydi ki Tanrıya şükür ki bu hiç gerçekleşmemiş, babam gittiği her görevden sapasağlam dönmeyi başarabilmişti.
Fakat ben üniversitenin son senesine geçtiğimde, babam gittiği son görevden eski babam olarak dönmedi. Onu bu hale getirenin ne olduğunu ısrarla sormamıza rağmen anlatmadığı o görevden sonra psikolojisi tamamen alt üst olmuştu. Yemek yiyemiyor, uyuyamıyor, uyusa bile uykusundan tıkanarak uyanıyor, kendini balkona atıp koskoca adam gözümün önünde bir gram hava alabilmek için öğürerek tepiniyordu. Her gece onun yatak odasından fırlayarak balkona koşmasına o kadar alışmıştım ki bende artık eskisi kadar derin uykulara dalamıyor, onun kalktığını duyduğum anda uyanıp yatağımdan fırlayarak arkasından balkona koşarak onu sakinleştirmeye çalışıyordum. Bu süreç aylarca devam etti. Mesleğine zarar vereceğini düşündüğü için doktora gitmeye bir türlü ikna edemediğim babam, üzerinden zaman geçmesiyle birlikte yavaş yavaş azalmaya başlayan semptomlarına rağmen bazı geceler yine tıkanarak uyanıyor, bazı günler durduk yere iştahını kaybedip depresyona girmişçesine kendini içine kapatıyordu.
Hem babamın mesleğine zarar vermeden hem de sağlığına iyi gelecek bir şekilde tedavisine başlatmak için yaşadığımız ve civar şehirlerdeki doktorların neredeyse hepsiyle görüşüp onlara durumu anlattım ve rapor yazılmadan babamı tedavi edip edemeyeceklerini sordum. Tabii ki hiçbiri kabul etmedi. Bunun meslek etiğine aykırı olduğunu savunsalar da aslında kabul etmedikleri şey durumun sorumluluğuydu. Kayıtsız hasta tedavi etmenin ortaya çıkması halinde başına gelecekleri göze alamıyorlardı. Karşılarında koskoca bir insan cehennem gibi bir hayat yaşarken onların korkaklıkları beni o kadar sinirlendiriyordu ki babamı tedavi etmeyi reddedişlerini hiçbir zaman sindiremedim.
İçimdeki bu öfke zamanla geleceğe dair hedeflerimin yeniden şekillenmesine sebep olurken babamın rahatsızlıkları ise neredeyse yok denecek kadar az seviyeye inerek normale döndü. Ama ben yine de çoktan uzmanlık olarak yönümü beyin cerrahinden psikiyatriye çevirmiştim bile. Tabii ki benim bölümü okuduğum dört sene içinde babam tamamen iyileşmişti fakat ben yine de ona ve onun durumundaki diğer hastalara yardımcı olabilmek için sıkı çalışıyordum.
Uzmanlığı da bitirip resmi olarak psikiyatrist ünvanını kullanmaya başladığımda bir devlet hastanesine atanıp orada çalışmaya başladım. Fakat ne yazık ki buradaki serüvenim bir ay bile sürmedi.
Her şey babama gitmesi gereken bir mektubun benim elime geçmesiyle başladı.
Kısa özet; babam psikolojisinin bozuk olarak döndüğü o görevde orada tanıştığı bir kadınla annemi aldatmış, bu ilişkiden hastalıklı bir çocuk doğmuştu. Kadın çocuğun bakım masraflarını daha fazla tek başına karşılayamıyor, babamdan babalık görevini yerine getirerek çocuğun sağlık masrafları için para göndermesini istiyordu.